9 Ekim 2013 Çarşamba

LİKYA YOLU 14-22 EYLÜL 2013


FETHİYE - 14 Eylül 2013 / 1. Gün
ROTA ile 2. Likya Rüyası gezim. İlkine 2011 yılında katılmıştım. Bu yıl yolculuğumuz  Fethiye'den başlayıp Adrasan'da son buluyor. Trekking ve deniz ağırlıklı bir gezi bu. Etkinliğe katılacak olanlarla 14 Eylül günü Faralya Montenegro Motel'de buluşmak üzere sözleşiyoruz. 

Cuma akşamı ve yaz olması sebebiyle uçak fiyatları uçtuğu için çoğumuz otobüsle gitmeye karar veriyor. Arkadaşların Kamil Koç ile gidiyor ancak ben karar vermekte geç kaldığım için arkalarda olmasın bir de daha rahat olsun diye Ulusoy'dan alıyorum biletimi. Fethiye otogarda buluşacağız, ben onlardan bir saat önce yola çıkıyorum. Sabah saat 7.30 civarı otobüsümüz Denizli'ye girince şaşırıyorum. Aaaa Denizli'den geçerken hep ben uyuyormuşum demek, bugüne kadar hiç fark etmemiştim diye düşünüyorum. Bir taraftan da yol hiç tanıdık gelmiyor bana.


Sabah saat 9 civarı Fethiye'de olmamız gerekirken yol levhaları hala Fethiye'ye 160 Km. diyor. Bu arada 10.00 civarı benden 1 saat sonra yola çıkan arkadaşlarım Fethiye Otogara ulaşmışken bizim hala 1.5-2 saat yolumuz kaldığını öğrenince şaşkınlığım iyice artıyor.  Meğer ben hep Burdur üzerinden gidermişim Fethiye'ye. Ulusoy yolcusu varsa Denizli'ye de uğrarmış. Böyle olunca da bizim yol uzamış mı. Ders bir sürüden ayılmayacakmışsın.


 

Nihayet uzun bir yolculuğun ardından Fethiye Otogar'a varıyorum. Buradan Faralya'ya gitmek için Ovacık- Faralya minibüslerine binmek gerekiyor. Bu minibüsler önce Ölüdeniz'e uğrayıp oradan da Faralya'ya gidiyor. Yaklaşık 40-45 dakika sürüyor Montenegro Motele ulaşmam. Burası tam Kelebekler Vadisinin üst kısmında yer alan şirin bir yer.
  

Ben saat 1.20 civarı Montenegro Motele ulaştığımda ekip kelebekler vadisinden inişe hazırlanıyor. Bilmem  daha önce dinlediğim hikayelerinden, bilmem yorgunluk gözümü korkutuyor, hemen yan çiziyorum. Doğruca plajdaki arkadaşların yanına Kıdrak Koyu'na atıyorum kendimi.


 

Kıdrak Koyu Faralya ile Ölü Deniz arasında bir koy. Giriş ücretli, şezlong ve şemsiye için de ücret ödemeniz gerekiyor. Normalde  burası çakıl giriş olmasına rağmen hoş bir plajdır, ancak bugün rüzgar sebebiyle dalgalı. Dalgalı deniz sevmeyen ben çam gölgesi kovalayarak denize uzaktan bakmakla yetiniyorum.


 

Bu günün sürprizi sevgili Füsun'dan. Akşam yemekten sonra işletme sahibi Bayram'ı bağlama çalmaya ikna etmiş. Kelebekler Vadisi'nde, yıldızların altında, şarkılarla,
türkülerle noktaladık günü.
 


FETHİYE - 15 Eylül 2013 / 2. Gün

Niyetim bu gezi boyunca sadece iki parkurda yürüyüp kalan zamanda da bol bol denize girmekti. Ama rüzgar muhalefeti ile karşı karşıya kalınca bugün arkadaşlarla yürümeye karar veriyorum.  Kahvaltının ardından koyuluyoruz yola.






İlk parkur Kozağaç - Ovacık arası. 10.00 gibi başlıyoruz yürümeye. Daha parkurun başında manzara muhteşem. Yaklaşık 2.5 saat boyunca kah inerek, kah çıkarak Ölü Deniz'e kuş bakışı kıvrıla kıvrıla devam ediyor patika. Fotoğraf çekmeye doyamıyoruz.





İlk parkurun sonunda grup ikiye bölünüyor. Bir grup denize giderken,  Kaya Köy - Ölüdeniz arasını yürümek için 12 kişi kalıyoruz geriye. 2011'de Kaya Köy parkurunu yürümemiş daha sonra fotoğrafları görünce pişman olmuştum. O yüzden daha gelmeden aklımdaydı Kaya Köy parkurunda yürümek.


Yürüyüşe başlamadan önce Kaya Köy'de Bülent'in Yeri'nde gözleme yiyoruz. Önce peynirli-ıspanaklı karışık, ardından tatlı niyetine tahinli. Yolunuz Kaya Köy'e düşerse gözleme de seviyorsanız yemenizi tavsiye ederim. 


 



Yemekten sonra Kaya Köy Sanat Kampı'nı geziyoruz. Burada hem tatil yapıp hem de heykel, resim, müzik gibi sanat faaliyetlerine katılmak mümkünmüş. İster odalarda, ister çadır götürüp kendi çadırınızda kalabiliyormuşsunuz. Ama burası için çok lüks beklentiniz olmasın.





14.30 gibi başlıyoruz Kaya Köy'de yürümeye. Hayalet köy görünümünde olan Köy'de sadece bir ev ayakta bugün. Ama onda da oturulmuyor, sadece o dönem hakkında biraz fikir sahibi olabiliyorsunuz. Kaya Köy 900 yıllık bir tarihe sahipmiş. Likya döneminde adı Karmylassos olan köyde Osmanlı Devletinin son döneminde tamamı rum olan 900 hane de 4000 civarı rum yaşıyormuş. 1923 Lozan anlaşmasının ardından Yunanistan'a göçmüş hepsi. 1957 Fethiye depremiyle harabeye dönen köy bugün açık müze halini almış. Harabe evlerin arasında gezerken çok etkileniyor insan, hüzünlenmekten alamıyor kendini.  

Yıkık duvarların çoğundaki mavi renk dikkatimizi çekiyor, burada da Güney Doğu'da olduğu gibi akrep ve böceklere karşı mavi boya kullanırlarmış. Mavi renk alev gibi görünürmüş akrebe.


Kaya Köy'de harabe evlerin arasında başlayan yürüyüşümüz Likya yolunu izleyerek saat 17'de Ölü Deniz'de son buluyor. Tam yürüyüşümüzün bittiği noktada Sun City Beach çıkıyor karşımıza. Bir kısım arkadaşımız Belceğiz plajına giderken biz günün yorgunluğunu burada Akdeniz'in ılık sularına bırakıyoruz.








Plaj keyfinin ardından ben Kelebekler Vadisi'nde gün batımı izleyelim diye tutturunca hemen taksiyle Faralya'nın yolunu tutuyoruz (Taksicilerle mutlaka pazarlık edin). Sonbahar olması sebebiyle gün erken batıyor, ucu ucuna ancak yakalıyoruz Akdeniz'in derinliklerine kendini bırakırken güneşi. 






FETHİYE - 16 Eylül 2013 / 3. Gün
Deniz sever birisi olarak bugün benim günüm. Programımızda tekne turu var. Kahvaltının ardından minibüsle Fethiye merkeze gidiyoruz. 10.30 gibi Akdeniz'in mavi yeşil sularında başlıyor yolculuğumuz. Teknede sadece bizim ekip var, o yüzden de Göcek Körfezi'nde o koy senin  bu koy benim 12 Adalar  boyunca istediğimiz koyda, istediğimiz kadar durup yüzme molası veriyoruz. 


Deniz mi insanın iştahını açan yoksa her tatilde benim içimde uyanan oburiks mi sebep bilmem, öğle tatilinde yediğimiz balık bana pek bir lezzetli geliyor. 

Öğle yemeğinden sonra da bol bol denize girerek Akdeniz'in tadını çıkartıyoruz. Tersane Koyu, Domuz Adası, Kleopatra Hamamı, Tavşan Adası mola verdiğimiz koylar.

Teknede biz bize olmanın avantajıyla gün batarken varıyoruz Fethiye'ye.


KAŞ - 17 Eylül 2013 / 4. Gün
Likya'da 4. günümüz. Bugün Fethiye'ye veda edip Kaş'a geçeceğiz. Yola çıkmadan önce bir grup arkadaş sabah erken kalkıp Faralya'dan Kabak koyuna yürüyecek. Aslında hiç Kabak Koyuna gitmedim ama ikinci gün yürüyüşte bacağımı biraz fazla hırpaladığımdan olsa gerek biraz sıkıntılı. Üstelik yürüyüş sabah 5.30'da başlıyor, üstüne bir de gece yağmur yağdı, bacağım sorunsuz olsa bile ben bu şartlarda çoktan yan çizerdim sanırım.

Biz kahvaltımızı ederken yürüyüşe giden arkadaşlarımız da geliyor. Bir noktada işaretleri kaybedince Kabak Koyu'na ulaşamadan geri dönmüşler. Kahvaltının ardında yolcu yolunda gerek deyip koyuluyoruz yola.


İlk durağımız bir zamanlar Likya'nın başkenti olan Xanhtos antik kenti. Adı yangınlarla anılan bir kent burası. Beni en çok etkileyen hikayesi ise Pers'lere karşı direnişi. Pers Ordusu şehri kuşatır. Persler'e karşı Xanthos'luların sayısı oldukça azdır ama tüm güçleriyle direnirler. Yenileceklerini anlayınca Persler'e köle olmasın diye kadınları ve çocukları kaleye toplar ardından kaleyi ateşe verirler. Geriye kalanlar ise Xanthos için sonuna kadar savaşırlar.




Öğle yemeği için Patara merkezde mola veriyoruz. Ev yemeği yapan bir yer varmış burada, bizimkiler orayı çok seviyor. Ben sabah o kadar çok yemişim ki, henüz açlık hissetmiyorum. Onlar yemek yerken biz acıkmamış olanlarda biraz geziniyoruz. Bu sırada bir kampingin bahçesinde gözümüze ilişen armut ağaçları ağzımızı sulandırıyor. İzin isteyip kopartıyoruz göz hakkımızı. Dalından yenen meyvenin tadı bir başka.


Patara'da yüzme molası verecektik ama normalde de dalgalı olan Patara denizinin rüzgar nedeniyle bugün coşmakta olduğunu duyunca, fikir birliği edip doğruca Kaş yolu üzerindeki Kaputaşa'a gitmeye karar veriyoruz.

Kaputaş da dalgalı, burada da yüzemiyoruz. Ancak dalgalarla boğuşup oyun oynamak bile ayrı bir zevk veriyor insana. Ayrıca suyun rengi o kadar berrak ve güzel ki.

 
  
Akşam saatlerinde otele gelirken ''hadi Büyük Çakıl'a gün batımı izlemeye'' diyorum, ''hem de biraz yürümüş oluruz.'' Kabul eden arkadaşlarla Büyük Çakıl'a gün batımı izlemeye gidiyoruz ama burada da rüzgar bize muhalefet ediyor malesef.

Rezervasyondaki bir karışıklıktan dolayı Kaş'ta iki ayrı otelde kalıyoruz. Benimle birlikte 6 kişi Talay'da, ekibin geri kalanı ise Ekici Otel'de kalıyor. Akşam yemek için Kayahan Otel'in terasında buluşacağız. Buranın balık çorbasını çok seviyorum şansıma da bu akşam balık çorbası var yemekte. 

Yemeğin ardından Kaş ile hasret gideriyoruz. Sokak aralarına, dükkanlara girip çıkıyoruz Sevinç'le. Çok seviyorum burayı, 2005'ten beri her yıl en az bir kez gelirim Kaş'a. Kaş'ı da bir ara yazarım ayrıca.

KAŞ - 18 Eylül 2013 / 5. Gün




Bugün benim kendimi şımartma günüm. Sabah kahvaltının sonra Büyük Çakıla reflekso terapi için Nergis'e gidiyorum önce, ardından da tekneyle Liman Ağzı'na, Bilal'in Yeri'ne geçiyorum. Hava rüzgarlı olduğu için deniz çok dalgalı o yüzden de tekne çok sallıyor. Bildiğim bütün duaları okuyorum içimden, Liman Ağzı'na varana dek. Neyse ki Liman Ağzı her zaman ki gibi sakin. Gün içerisinde bol bol yüzüp güneşin ve denizin tadını çıkartıyorum.

 

Normalde Liman Ağzı'na merkezden teknelerle geçiliyor ama karadan Likya Yolu'nu takip ederek de gelmek mümkün.  Daha önce biz Büyük Çakıl'dan Liman Ağzı'na yürümüştüm. Bu kez yürüyerek gelecek olan arkadaşlar biraz daha uzun yürümek için Boğazcık'tan başlıyorlar yürüyüşe.

Yürüyen ekibin Liman Ağzı'na ulaşması saat 15'i buluyor. Yol tahmin edilenden uzun sürmüş, çok yorulmuşlar ama manzara görülmeye değerdi, dönüşte de yürüyelim diyorlar. Bir dalgalanan denize bir kayalığa bakıyorum, hangisi daha güvenilir. Sonunda tekneyle dönmeye karar veriyorum. Sabahtan dalgalı olan deniz iyice azmış dönüşte. Neyse ki yol 15-20 dakika sürüyor. 



Bu tatilde içimdeki romantik bu kez de arkadaşları antik tiyatroda gün batımı izlemeye götürüyor. Gün battıktan sonra gök yüzünde oluşan kızıllık görülmeye değerdi.


Akşam yemeği için Çınarlar'a gidiyoruz, buranın pidesi meşhur. Normal sezonda saat 22.00'den önce oturacak yer bulmanız pek mümkün değil. Hatta bu akşam bile biz bir masa kalkana kadar bekliyoruz ama bu kez hayalimdeki pide tadını bulamıyorum Çınarlar'da.


KAŞ - 19 Eylül 2013 / 6. Gün
Bugün bir grup arkadaş Kaş'ın karşısında, bir Yunan adası olan Meis'e geçiyor. Geri kalanımız da deniz sefası için Kaş'ın plajlarına dağılıyoruz. Ben yine gözde mekanım Bilal'in Yeri'ne geçiyorum tekneyle. Aslında otelimizin hemen karşısında Küçük Çakıl Plajı'ından da denize girmek mümkün. Ama orada soğuk su kaynağı var. Ilık deniz seven biri olarak hele de yılın bu mevsiminde orası hiç bana göre değil. 

Likya Rüyası 2011

Saat 5'te Meis'ten dönen arkadaşlarla buluşulup Kaş'ın tepelerinden gün batımı izlemek için yürünecek. 2011 de yürüdüğüm ve yine yürümeyi planladığım parkurlardan biri aslında.  Ancak aylardan Eylül ve gün erken batıyor. Denize olan sevdam gün batımına üstün geliyor ve vazgeçiyorum gün batımı yürüyüşünden. Onun yerine plajdan dönerken Dejavu'dan oturup izliyorum gün batımını, ki Dejavu da Kaş'ta gün batımı izlemek için doğru bir mekan. 

 

Dejavu'da gün batımı

Akşam yemekten sonra bizim kızları Şarap Evi'nde meyve şarabı içmeye götürüyorum. Burası Bahçe Balık'ın biraz ilerisinde hoş bir mekan. Diğer şarapların yanı sıra nar, dut ve vişne şarabı tatmanız mümkün. Meyve şarabını toprak kadehlerde servis ediyorlar. 


KAŞ - 20 Eylül 2013 / 7. Gün
Bugün Kekova'da tekne turu yapıp oradan Adrasan'a geçeceğiz. O yüzden de valizlerimizle çıkıyoruz otelden. 40-45 dakikalık yolculuğun ardından varıyoruz Üç Ağız'a. Kekova tekne turu Kaş'ta favori turlarımda. Gidilen koylar çok güzel o yüzden bazen bir haftada aynı tura iki kez çıktığım bile olmuştur.

 
Grup 25-26 kişi olduğu için burada da tekne sadece bize ait. Önce akvaryum koyu ardından tersane koyunda mola veriyoruz. Buralarda su gerçekten de akvaryum gibi. Metrelerce derinliğe rağmen suyun dibi ışıl ışıl. Batık Likya kentini geçerek Gökkaya koyuna geliyoruz. Kaptanımız  Yemek molasını burada veriyor. Balıklar pişerken biz de denizin tadını çıkartmak kalıyor.
                      Haziran'da burada bir caretta ile birlikte yüzme şansını yakalamıştık. 



Öğleden sonra Burç Koyu ve İkizler Koyu'unda da yüzme molası verdikten sonra Kale Köy'e geliyoruz. Burası tekne turunun son noktası. 

Kaleden aşağısının çok güzel göründüğünü biliyorum o yüzden de doğruca kaleye çıkıp bir iki fotoğraf çekip manzaranın tadını çıkartıyorum. Müze kartınız varsa kaleye çıkarken yanınıza almanızı tavsiye ederim burada müze kart geçiyor.

Ayrıca burada Kafe Ankh'ın el yapımı meyveli dondurmalarını da mutlaka denemelisiniz.





Kale Köy'den sonra tekne bizi aldığı yere Üç Ağız'a bırakıyor. Burada köylülerden Harnup (keçi boynuzu) pekmezi, ada çayı, nar ekşisi aldıktan sonra Adrasan'a doğru yola koyuluyoruz. Yol üzerinde Demre'de kısa bir dondurma molası veriyoruz. Demre Noel Baba kilisesiyle biliniyor. Vakit geç olduğundan bu kez Kiliseyi gezemiyoruz ama 2011'de geldiğimde gezme şansımız olmuştu. 


 
Geç vakit varıyoruz Adrasan'daki Palmira Otel'e. Yemeğin hemen ardından  kısa bir yürüyüşe çıkıyoruz. Müzik sesi bizi iskeleye çekiyor. Gitar eşliğinde çok güzel bir sesten etnik müzikler dinliyoruz. Denizin sesiyle müziğin sesi bir birine karışıyor. 


 

ADRASAN - 21 Eylül 2013 / 8. Gün
Benim için bugün büyük gün. Doğru dürüst parkuru bile olmayan ben Tahtalı zirve denemesi yapacağım. Ekibi yavaşlatıp geri bırakmaktan koruyorum. Sabah kahvaltının ardından minibüsle Beycik Köyü'ne gelip saat 11'de 900 metreden 14 kişi başlıyoruz  tırmanmaya. Asef yolun başında uyarıyor '' önüme geçmek yok.'' Tabi ki bu uyarı aramızda çok hızlı yürümekten kendilerini alamayan Erkan, Hakan, Gökhan ve Hasan'a :))


Hava bulutlu bu bizim için avantaj ama yağmur yağacak olursa acemi dağcı olarak yanımda yağmurluk bile yok. Acemiyim ama performansım fena değil. Gerçi kendimi biliyorum çıkışım iyi inişim kötüdür benim. Neyse ki dönüşte teleferikle ineceğiz. Yoksa cesaret edemezdim zaten.

Önce ormanın içinde patikada yükseldikçe serinleyen havayı hissediyor insan. Ara ara sis sarıyor her yanı. Sise girince hava daha da serinliyor. Manzara görülmeye değer. Hakan ve Sadık görüntülüyor parkuru. 

1000, 1100, 1200, 1300 yavaş yavaş yükseliyoruz, aniden bir kulübe ve burada hayvanlarıyla yaşayan bir çift çıkıyor karşımıza. Biraz sohbet edip nefeslenirken bahçelerindeki elmalardan da yolluk yapıyoruz kendimize. Yazın hayvanlarını alıp geliyorlarmış buraya ta ki havalar serinleyene dek kalıp sonra iniyorlarmış köye.

Vedalaşıp devam ediyoruz tırmanmaya bir süre sonra ağaçlar seyrelmeye başlıyor bir noktadan sonra da aniden bitiyor ağaçlık alan. Taşlık bir arazide devam ediyor tırmanışımız. Burası bana Nemrut'u hatırlatıyor orada da taşlık bir alandan tırmanıyorsunuz. Yaklaşık 16 Km. 4 saatten biraz fazla sürüyor tırmanışımız. Zirveye yaklaştıkça öndeki grup hızlanıyor ve açıyor arayı. Onlardan 5-10 dakika sonra ben de varıyorum zirveye.



       Tahtalı 2365 metre, ilk zirvem. Bulutların üzerinde olmak çok hoş bir duygu. 

Zirve'ye koca bir bina yapmışlar. İçerisinde kafeler falan var. Bizimkiler doğayı bozduğu için çok onaylamıyorlar bu yapıyı.  Kendime ödül olarak bir kahve ısmarlayıp, zirvenin tadını çıkartıyorum. 




 
Tahtalı'dan inişi teleferikle yapıyoruz. Teleferiğin başladığı noktada minibüsümüz bekliyor bizi. Zirvenin yorgunluğunu akşam saatlerinde  Adrasan'ın ılık sularına bırakıyoruz.

 


ADRASAN - 22 Eylül 2013 / 9.Gün
Bugün Likya Rüyası'nın son günü. Akşamdan sözleştik sabah 5.30'da otelin lobisinde buluşuyoruz. Adrasan Feneri'ne yürüyüp oradan gün doğumu izleyeceğiz. Sabah sadece 7 kişi karanlıkta fenerlerle çıkıyoruz yola. Daha 500 metre gitmeden bir ses duyuyoruz arkadan, Şirin koşarak yetişiyor bize. Yolun geri kalanına 8 kişi devam ediyoruz.

 
Yavaş yavaş gün ağarmaya başlıyor, biraz daha hızlanıyoruz gün doğumunu kaçırmamak için. Daha önce bu parkurda işaretleri kaybedip gecikince gün doğumunu kaçırmışlar. Tam fenerin görüş alanımıza girdiği noktada biz de kaybediyoruz işaretleri ama gün doğumunu kaçırmıyoruz ne yapıp edip tepeye tırmanmayı başarıyoruz. Ve Eylül güneşi selamlıyor bizi.

 



Otele dönüp kahvaltımız ettikten sonra Şeref Kaptan'ın teknesiyle bu kez de Adrasan'ın koylarına doğru yol alıyoruz. Öğle yemeği şimdiden heyecanlandırıyor bizi. Kaptanın annesinin Boy Otu ile pişirdiği soğan dolması meşhur. Her yıl Rota'ya özel pişiriyor bir tencere. Hatta aramızda sırf soğan dolması için gelenler bile var.





 
Hava rüzgarlı olduğu için deniz çok dalgalı o sebeple Akseki, Sazak ve Ceneviz Koy'larında uzun molalar vererek bitiriyoruz günü. Otele gelip valizleri aldığımız gibi doğruca dönüş yoluna koyuluyoruz. 

   

Koskoca 9 gün göz açıp kapatana kadar bitiyor tatilde olunca. Pegasus'un 23.10 Antalya-Sabiha Gökçen seferiyle dönüyoruz İstanbul'a.




Bu yazıdaki fotoğrafların bir kısmı sevgili Hakan, Emine, Sadık ve Erkan'a ait. Bu güzel kareleri sizinle paylaşmama izin verdiler. Çok teşekkür ediyorum.