24 Temmuz 2014 Perşembe

TANZANYA



Kurban bayrmında Ayak İzleri ile Tanzanya'ya gidiyorum. Biletlerimizi taaa Nisan'da aldık. O zaman bile oldukça yüksekti, neredeyse bir Avrupa seyahatine bir bilet. Gerçi ben millerimle aldığım için sadece vergisini ödedim. Biraz pahalı bir seyahat ama ordan burdan okuduklarım biraz gözümü korkutsa da Serengeti'de safari ve Zanzibar'da  final için değeceğini düşünüyorum. Dönünce yazacağım bakalım gerçekten değiyor mu?

3 Temmuz 2014 Perşembe

SİLLE KÖYÜ KONYA



Konya'da ikinci günümüz. Otelde güzel bir kahvaltının ardından 9.30'da yola koyuluyoruz. Otelden Sille Köyü'ne varmamız yarım saat sürüyor. Burası Karamanlı Ortodoksların mübadele öncesi yaşadığı şirin bir rum köyü. Kimisi yıkılmaya yüz tutmuş evlerin, kimisi ise restore edilmiş hala  kullanılıyor. Butik oteller, kafeler, sanat atölyeleriyle cap canlı bir köy. Dün akşam buraya gelmediğimize içerleyip, bir dahaki Konya ziyaretimizde Sille Köyün'de konaklamaya karar veriyoruz.

Köyün içerilerine doğru ilerlerken eski taş köprü çıkıyor karşımıza. Sanki Mostar Köprüsü'nü alıp Sille Köyü'ne koymuşsun gibi. 

Bu arada yumuşak volkanik kayalara oyulmuş mağaralar çekiyor dikkatimizi uzaktan. Vaktimiz sınırlı olduğu için buralara tırmanıp bakamıyoruz yani şart oldu Sille'ye bir kez daha gelmek.


Köyün yukarılarına doğru yürürken Aya Elenia Müzesi çıkıyor karşımıza. Burası aslında kilise, Hagios Mikhael yada Büyük Kilise olarak biliniyormuş. Kilisenin giriş kapısının üstündeki Karamanlıca kitabede, kilisenin 327 yılında İmparator Konstantin'in annesi Helena tarafından yaptırıldığı ve 2. Mahmut ve Abdülmecit dönemlerinde de onarım gördüğü yazılıymış. 




Bayıldım Sille Köyü'ne. Burada daha çok vakit geçirmek istiyoruz ama daha Konya'da gezecek görecek çok yer var deyip yola koyuluyoruz yeniden. Nasıl olsa Konya'ya bir kez daha gelip bu kez Sille Köyü'nde konaklayacağız ya. 


 


ÇİNİ SANDUKALARA HAYRAN OLDUM
Bugün ikinci durağımız Sahib-i Ata Müzesi. Dün akşam kapandığı için gezememiştik. Selçuklu Döneminin muhteşem eserlerinden biri burasıda. Girişi caminin hemen yan tarafında.  El yazması Kuranlar, halılar, özellikle de sandukaların bulunduğu bölüm görülmeye değer. Sahib-i Ata ve çocuklarına ait olan bu çini sandukalar tamamen çini işçiliğiyle kaplı bir türbenin içinde yer alıyor.



ÇATAL HÖYÜK : NEOLİTİK ÇAĞIN KAPISIZ EVLERİ

Sahib-i Ata'nın ardından yolculuğumuz neolitik çağa, Konya'nın Çumra ilçesine. İlk kez orta okul lise döneminde varlığından haberdar olduğum Çatal Höyük'teyiz bu kez. Tarihte 9 bin yıl geriye gitmek, o dönemin havasını tozunu solumak tuhaf hissettiriyor insana. Evlerin kapısız olduğunu, sokakların olmadığını, evlere çatıdan girip çıktılarını öğrenince şaşırıyorum. Evlere çatıdan giriş çıkışlarını gözümün önünde canlandırmaya çalışıyorum. Neye benziyorlardı acaba? Ne yer ne içerlerdi? Nasıl yaşarlardı.




O dönemde bu bölgede 8 ile 10 bin arasında insan yaşıyormuş. Ve burada yaşadıkları 2 bin yıl boyunca hiç bir savaş izine rastlanmamış olması çok ilginç değil mi?


Bu dönem de kaba çanak çömlek yapıldığı söyleniyor. Ancak kazılarda bulunan 9 bin yıllık tuzluğun bugün ki ile aynı olması çok tuhaf. Tabi o dönemde de tuzluk olarak mı kullanılıyordu onu da bilmiyorum ya.  


Çatal Höyük'te kazılar hala devam ediyor. Kazdıkça alttan yeni bir döneme ulaşılıyormuş. Ama evler topraktan olduğu için alta ulaşmak için üstekinden vazgeçmeniz gerekiyormuş. Ne acı değil mi? 



Bugün niyetimiz Beyşehir'e de gitmekti ancak mesafeler bir birine uzak olunca o da bir daha ki geziye kaldı. Beyşehir'e gidemeyince biz de Konya Mutfağı'nın vazgeçilmezlerinden etli ekmek yemek için Meram'a gitmeye karar verdik. Daha doğrusu Emin Çapa'nın öğrencilerinden Ronay ve Nazlı Meram'da Cemo'ya götürdü bizi. Bıçak arası, mevlana, etli ekmek ne yiyeceğime karar veremeyince karıştırarak söyledik. Tek kelimeyle muhteşemdi.

Uçuş saatimize biraz daha var onu da yeniden Konya merkezde değerlendiriyoruz. Geçerken gördüğümüz çarşının tam ortasındaki Aziziye Cami'ye de uğrma şansımız oluyor böylece.


Burası alışılmış cami yapılarından çok farklı her tarafta pencere var, kubbesi oldukça yüksek, içerisi o kadar aydınlık ki. Ayrıca minaresi de bizim klasik minarelerimizden daha farklı. İnternetten baktım buna Türk Baroku deniyormuş. 


Selçuklu Devleti'ne Başkentlik etmiş Konya'da daha görülecek o kadar çok şey var ki. Geriye kalan için başka bir zaman, başka bir seyahate diyerek veda ediyoruz Mevlana'nın şehrine. 

Güzel günler sana gelmez, sen onlara yürüyeceksin... Mevlana