13 Aralık 2013 Cuma

BEŞ PARMAK DAĞLARI EFSANESİ



 
Çok eski zamanların birinde dünyalar güzeli bir kız yaşarmış burada. Birde bu kıza aşık iki genç varmış . Gençlerden birisi ne kadar iyi ise diğeri de o kadar kötüymüş. Kızı bir türlü paylaşamamışlar. Efsane bu ya oturup anlaşmışlar '' kılıçla dövüşelim ölen ölsün kalan kızı alsın'' demişler...


Dövüş saati gelip çatmış. Bataklığın kıyısında daha nasıl dövüşeceklerini konuşurken kötü yürekli delikanlı karşısındakinin boşta bulunduğu an, bir hamle yapmış ve rakibini yaralamış. Ölümüne mücadele başlamış ardından. Sonunda iyi kalpli olan kötü kalpli delikanlıyı bataklığın sürmüş dövüşe dövüşe ve kötü kalpli delikanlıyı çamur yutmuş. Kötü kalpli delikanlıyı çamur yutmuş yutmasına da, iyi kalpli olan genç te bataklığa saplanmış bu arada. Yaralı olduğu için onu da çamur yutmaya başlamış. Kılıç tutan elini havaya uzatmış. Kendi bataklığa gömülürken yalnızca yukarıya uzattığı eli kalmış dışarıda. İşte tam o sırada bataklık çamuru birden bire kurumuş. Gencin eli yükseldikçe yükselmiş, dağ oluşmuş.

KIBRIS'TA SONBAHAR 15-22 Ekim 2013





Her ne kadar doğuştan olmasa da Kıbrıslıyım aslında.  Eee insanın vatanı olunca sık sık gidip geliyor tabi. Kurban bayramı 9 gün tatil olunca soluğu yine Kıbrıs'ta aldım. Sevgili Emin Çapa ve eşi Selma da Kıbrıs'a tatile geliyor. Bu kez, hem onlara rehberlik yapacağım hem de bloggerlık.

Lapta - Benim köyüm

Kıbrıs'a hava ve deniz yolu ile ulaşmak mümkün. Türk Hava Yolları, Atlas Jet, Pegasus, Onur Air ve Anadolu Jet hava yolu hizmeti verirken, Fergün ve Akgünler de deniz ulaşımı sağlıyor Kıbrıs'a. Havaalanından merkeze taksi yada KIBHAS ile ulaşabilirisiniz. 



Benim Kıbrıs'ta konaklama sorunum yok çünkü ailem orada yaşıyor. Emin ve Selma'ya da bizim köydeki otellerden birine rezervasyon yaptırdık ki ulaşım sorunumuz olmasın. Çünkü eskisi kadar olmasa da Kıbrıs'ta bir yerden bir yere ulaşmak arabanız yoksa hala biraz sıkıntılı.
18 EKİM GİRNE KALESİ - BELLA PAİS MANASTIRI - ST. HİLARİON


Baştaki 5 günü yani aile ziyaretlerini, arkadaş görüşmelerini atlayıp hemen gezi kısmına geçiyorum. Bugün Kurban Bayramı'nın son günü, niyetimiz Girne Bölgesini gezmek. Komşumuz Cem gönüllü rehberimiz olmayı kabul edince ben de hemen gezgin moduna geçiyorum. Girne Kalesin'den başlıyoruz gezmeye. Kale yat limanın hemen yanında yer alıyor. Liman çocukluğumu hatırlatıyor bana. İlk kez bu limandan giriş yapmıştık adaya.


Girne Kalesi'nin yapım tarihi tam olarak bilinmiyor. Ancak Arap akınlarına karşı kenti korumak amacıyla Bizanslılar tarafından yapıldığı tahmin ediliyor. Kale Lüzinyan krallar tarafından barış zamanlarında dinlenme, savaş zamanlarında ise sığınma yeri olarak kullanılmış. Ceneviz saldırılarında hasar gören kale, 1489 yılında Venediklilerin eline geçmiş. Venediklilerin eline geçtikten sonra Venedik savunma planına uygun değişiklikler yapılarak bugünkü halini almış.


Kalede Lüzinyan Kulesi, St. Geroge Kilisesi, zindanlar, Batık Gemi Müzesi, Venedik Kulesi, erken ve orta tunç dönemi kalıntılarının sergilendiği Kırnı Mezarları bölümlerini gezebilirsiniz.

Kalenin hemen çıkışında Kıbrıs Evi diye bir restaurant gözümüze ilişiyor.Buranın adını duymuştum, kıbrıs yemekleri yapıyorlar. Emin vejeteryan olduğu için ona yemek bulmak her zaman kolay olmuyor o yüzden de nor, hellim böreği ve zeytinyağlılar kurtarıcımız oluyor burada. Kıbrıs Evi'nin yanı sıra kordon boyunca yer alan restaurantlarda balık yada başka şeyler yemeniz de mümkün. 

 
Girne Kalesin'den sonra benim en sevdiğim yerlerden birisine, bizim Balabayıs  dediğimiz Bellapais yada Beylerbeyi'ne geliyoruz. Kıbrıs'a her gidene mutlaka burayı görmesini tavsiye ediyorum. Beş Parmak Dağları'nın eteklerinde yer alan şirin bir köy Balabayıs. Buraya geniş bir zaman da gelin ki manastırın bahçesinde Girne'ye kuş bakışı güzel bir kahve içme şansınız olsun. Ben kahve diyorum ama manastırın içinde yer alan restaurantta yemek de yiyebilirsiniz.

Gotik mimari bana her zaman çok güzel görünmüştür. Balabayıs Manastırı da gotik mimarinin en güzel örneklerinden. Manastırın ilk sakinleri, Selahaddin Eyyubi'nin 1187'de Kudüs’ü ele geçirdiği dönemde adaya göç eden Augustinian Mezhebi rahipleriymiş. Ancak manastırın günümüze kadar ulaşan kısmının büyük bir bölümü  Fransa Kralı III. Hugh döneminde inşa edilmiş.

Manastırla ilgili bir not yemekhanesi her yıl mayıs ayının son haftasında düzenlenen klasik müzik festivaline de ev sahipliği yapıyor. Denk gelirseniz izlemek zevkli olabilir.



Manastırdan sonra doğruca St. Hilarion Kalesi'ne götürüyor Cem bizi. Buraya en son üniversiteden mezun olduğum yıl gelmiştim. Kaç yıl olduğunu yaşım ortaya çıkmasın diye söylemiyorum elbette :)

St. Hilarion ada halkını Arap akınlarına karşı korumak üzere Beş Parmak Dağları üzerine inşa edilen üç kaleden en batıda olanı. Kalenin girişine kadar arabayla gitmek mümkün. Ancak daha sonrasını tırmanmanız gerekiyor. St. Hilarion adını Kudüs'ün tarafından fethinden sonra Kıbrıs'a göç eden ve ömrünün son yıllarını burada ibadetle geçiren bir keşişten almış. Bir dönem canlı ve stratejik önemi olan kale, daha sonra Lüzinyan soylularının yazlık ve dinlenme yeri olmuş. 



Zirve 732 metre ve St. Hilarion'dan manzara muhteşem. Bol bol fotoğraf çekiyoruz.



Bugün son durağımız Barış Harekatı sırasında Beş Parmak Dağlarında kalan tank. Dağ yolunu izleyerek tanka varmaya çalışıyoruz. Biraz da acele ediyoruz doğrusu çünkü bu yol askeriyenin sınırları içinde olduğu için belli bir saatte yol kapanıyormuş. 


Aylardan Ekim hava erken kararıyor, biz tanka vardığımızda da epey karanlık çökmüş durumda. O yüzden fotoğraflamak zor oluyor. Oysa bir Kıbrıslı olarak ben de ilk kez geliyordum buraya.
 
19 EKİM AYİOS PANTELEMİON MANASTIRI SOLİ VE VUNİ HARABELERİ - KORMACİT


Bugün Kıbrısın batısını, Güzelyurt ve Lefke tarafını gezeceğiz. Ama önce bizim köydeki yani Lapta'daki eski değirmen ve karşısındaki kiliseden başlıyoruz gezmeye. Harabe değirmenle ilgili hayallerinden bahsediyor Cem. Restore edip hem resim atölyesi hem de kafe yapmak istiyor, hiç de fena olmaz hani.

Lapta'da da gezecek görecek çok yer var ama onu daha sonra Lapta adı altında ayrıca yazarım.




Güzelyurt'a doğru yol alırken Cem bizi Çamlıbel'deki Ayios Pantelemion Manastırı'na götürüyor. Manastırı görünce büyüleniyoruz ama bir taraftan da içimiz acıyor haline. Lapta Belediyesi kilisenin bazı bölümlerine tamamen çökmesin diye  tahta iskele kurarak destek vermiş ama yine de kaderine terk edilmiş, yıkıldım yıkılacak durumda. 


Blogu yazarken şöyle internetten bir baktım da meğer Rumların tamir talebi gelirse, KKTC yetkilileri, bunu engellemeyeceklerini söylemiş. Ancak Ortodoks Kilisesi içinde bir grup tamir edelim, yıkılmasın derken, Başpiskopos başta olmak üzere bir grup ta tamire karşı çıkmış. Oysa ben KKTC yöneticilerinin yerinde olsam manastırı restore eder turizme kazandırırdım. Çünkü Osmanlı Ada'yı feth ettiğinde bu bölge tamamen Maruni Katoliklerin kontrolündeymiş. Maruniler  yıllarca buraya Ortodoks Kilisesi yaptırmamışlar. Ayios Pantelemion Manastırı, bölgedeki ilk Ortodoks Manastırıymış yani.


Yol üzerinde Mavi Köşk ve Cengiz Topel Anıtı'nı vakit darlığı sebebiyle göremeden geçiyoruz. Amacımız bugün Soli Antik Kenti ve Vuni Sarayını görmek.

Soli Antik Kenti Lefke bölgesinde. Kentin adının Atinalı filozof Solon'dan aldığı söyleniyor. Soli en parlak dönemini Roma döneminde yaşamış. Bölgenin zengin bakır madenleri varmış. Ancak İ.S. 4. yy’a gelindiğinde, liman gemilerin giremeyeceği kadar dolmuş ve bakır madenleri kapanmış. 7.yy’daki Arap akınları ise kentin sonu olmuş.

Soli'de kazılar hala devam ediyor. Kazılar sonucu ortaya çıkan mozaikler çok etkileyici.

Soli'de ayrıca bir de gerçek kapasitesi 4000 kişi olan bir de Roma Tiyatrosu yer alıyor. Tiyatro, eskiden aynı yerdeki Yunan tiyatrosunun yerine, M.S 2. yüzyıl ile 3.yüzyıl arasında, bir tepenin denize bakan yamacına inşa edilmiş. Soli Tiyatrosunda her yıl, Lefke Avrupa Üniversitesi’nin mezuniyet törenleri ve Bahar Şenlikleri yapılıyormuş.
 

Soli'den sonraki durak Vuni Sarayı. Tam görevli girişi kapatırken varıyoruz Vuni'ye o kadar çaresiz bakmış olmalıyız ki tamam ben aşağıda bekliyorum 10-15 dakika gezin diyor görevli. 15 dakikada orayı nasıl gezdik nasıl fotoğraf çektik anlatamam size.



Vuni Sarayı, MÖ 500 yılı civarında, Pers'lere karşı ayaklanmaların olduğu bir dönemde, yaklaşık 6 km uzakta bulunan Soli kentini Pers hakimiyeti altında tutmak için inşa edilmiş.  MÖ 390 civarında Perslerle anlaşma yapan Soli Krallığı siyasi gücünü yeniden kazanınca MÖ 380 yılında Yunan egemenliğinde bulunan ve kendini sürekli tehdit eden Vuni'ye girerek şehri yakmış. Tamamen harap olan şehir bir daha inşa edilmemiş.

Dönüşte bir zamanlar adı Kıbrıs ile birlikte anılan bakır madenlerinden geriye kalanları fotoğraflamak üzere duruyoruz. Liman, buharlı gemi, raylardan geriye kalanlar birden flash back yapıyor zihnimizde. Stephan King'in Kara Kule'sine götürüyor bizi. Emin'le birlikte işte Mono Blaine, işte Lud Şehri derken buharlı geminin içindeki kırmızı gülleri görünce tam anlamıyla  Kara Kule'de buluyoruz kendimizi. Hani o sırada bir yerden Silahşor, Jack, Eddie, Susannah, Hantal Billy hatta tik tak adam bile çıkıp gelse hiç şaşırmazdım doğrusu.

Kara Kule'den tekrar Kıbrısa dönersek, Kıbrıs M.Ö 2000'li yıllarda önemli bakır ihraç eden ülkelerden biriymiş. Demir'in henüz keşfedildiği bu yıllarda bakırın en önemli metal oluşu Kıbrıs'ı doğu ile batı arasındaki ticari merkezlerden biri yapmış. Bronz'un keşfedilmesi ile bu önem daha da artmış. Ancak bu zenginlikten bitmek tükenmek bilmeyen istilalar olmuş Kıbrıs'lıya düşen pay.

Bugün son durağımız bir Maruni (Maronit deriz Kıbrıs'ta) köyü olan Kormacit. Akşam yemeğini  Yorgo'nun Yeri'nde yiyeceğiz. Buranın fırın kebabı meşhur. Emin'in deyimiyle biz üç yamyam fırın kebabını mideye indirirken bir vejeteryan olarak ''O'' salata ve mezelerle idare etmek zorunda kalıyor. Yorgo'nun Yeri'nde fırın kebabından başka kendilerinin yaptığı şarabı da denemenizi tavsiye ediyorum. Gerçi su şişesinde servis ediyorlar ama olsun tatlı şarap seviyorsanız deneyin derim. Burası lezzetli yemekleri olan salaş bir yer ama biraz pahalı haberiniz olsun.

20 EKİM DİP KARPAZ - BUFAVENTO KALESİ

Bugün Kıbrıs'ın en doğusuna Dip Karpaz'a yolculuğumuz. Yolumuz biraz uzun o yüzden de her günkünden daha erken çıkıyoruz yola.
 

Girne, Lefkoşa, İskele'yi geçerek Karpaz'a doğru devam  ederken yol üzerinde kısa bir molaya karar veriyoruz. Mola verdiğimiz yerde bir kilise ve hemen yanında da bir şapel var. Fotoğraflıyorum ama buranın neresi olduğunu maalesef öğrenemiyorum. Sorduğum turist Ayastriyolis gibi bir şey söyledi ama sanırım yanlış anlamış olmalıyım ki  internetten bulmam mümkün olmadı.


Dip Karpaz altın kumsalı ve eşekleri ile meşhur. Burna doğru yaklaşırken büyüklü küçüklü eşekler kesiyor yolumuzu. Yola devam edebilmek için eşeklerin çekilmesini bekliyoruz.


Öğle saatlerinde varıyoruz Apostolos Andreas Manastırına. Karpaz Yarımadasının en doğu ucunda yer alıyor bu manastır. Mucizeler Yaratıcısı, Rüzgarların Hakimi ve Yolcuların Koruyucusu vasıflarını taşıyan Apostolos Andreas’a (St. Andrew) adanmış manastır. Kilisenin mimarisi, avizeleri ve ikonları dikkat çekiyor. Ziyaretçiler buraya ayine katılmanın yanı sıra çoğunlukla dilek dileyip adak adamak için de geliyor. Diğer manastırlar gibi maalesef burası da bakımsız.

 
Buraya kadar gelip de Zafer Burnu'na gitmeden dönmek olmaz. Zafer Burnu, Kıbrısın Karpaz yarımadasının yani haritadaki ince tarafın en uç kısmı. Bir ülkenin en uç kısmında olduğunu bilmek tuhaf bir duygu.

 
Dönüşte Karpaz'da kısa bir fotoğraf molası veriyoruz. Vakit dar olunca nereyi göreceğini şaşırıyor insan. Soldaki bölgedeki kiliselerden biri. Sağdaki bina ise okul.

Dönüş yolunda amacımız Kantara kalesi , Bufavento Kalesi ve Alev Kayasını' görmekti ama sadece Bufavento kalesini görebiliyoruz.


 
Bufavento Kalesi'nin yolu çok dar ve tehlikeli. Kaleye doğru tırmanırken tam da dar bir noktada karşımızdan bir araç çıka geliyor . Sol yanımız uçurum, sağ yanımız kaya. Epey meşakkatli oluyor geçmek. Geçiyoruz geçmeye de nasıl geçtiğimizi bir ben biliyorum bir de Allah.



Araçla belli bir noktaya geldikten sonra Kaleye merdivenlerden tırmanmanız gerekiyor. Çıkışta aklımıza gelmedi ama inişte saydık 300 küsur basamak vardı. Tırmanmak yaklaşık bir saatinizi alıyor ama mutlaka tepeye tırmanmanızı tavsiye ediyorum hiç bir yerden Kıbrısı bu kadar net ve güzel görmeniz mümkün değil. 





Bufavento Kalesi de St.Hilarion ve Kantara kalesi gibi Arap akınlarından korumak için yapılmış. Kesin inşa tarihi bilinmiyor ama Aslan Yürekli Richard tarafından 1911 tarihlerinde Arap akınlarından korunmak amacıyla kullanılmış. 

Dönüş yolunda sadece  Beş Parmak Sıradağları'na adını veren bu eli görüntüleyebiliyoruz ancak. Bir de hikayesi var bu dağların. Çok eski zamanların birinde dünyalar güzeli bir kız yaşarmış burada. Birde bu kıza aşık iki genç varmış . Gençlerden birisi ne kadar iyi ise diğeri de o kadar kötüymüş. Kızı bir türlü paylaşamamışlar. Efsane bu ya oturup anlaşmışlar '' kılıçla dövüşelim ölen ölsün kalan kızı alsın'' demişler.

Dövüş saati gelip çatmış. Bataklığın kıyısında daha nasıl dövüşeceklerini konuşurken kötü yürekli delikanlı karşısındakinin boşta bulunduğu an, bir hamle yapmış ve rakibini yaralamış. Ölümüne mücadele başlamış ardından. Sonunda iyi kalpli olan kötü kalpli delikanlıyı bataklığın sürmüş dövüşe dövüşe ve kötü kalpli delikanlıyı çamur yutmuş. Kötü kalpli delikanlıyı çamur yutmuş yutmasına da, iyi kalpli olan genç te bataklığa saplanmış bu arada. Yaralı olduğu için onu da çamur yutmaya başlamış. Kılıç tutan elini havaya uzatmış. Kendi bataklığa gömülürken yalnızca yukarıya uzattığı eli kalmış dışarıda. İşte tam o sırada bataklık çamuru birden bire kurumuş. Gencin eli yükseldikçe yükselmiş, dağ oluşmuş.


Gün sonunda eve dönerken niyetimiz arabayı değiştirip yemek için Girne'ye gitmek. ama eve gelip de Cem'in annesinin kabak çiçeği benim annemin de biber dolması ve börülce salatası yaptığımı öğrenince hemen vazgeçiyoruz Girne'ye gitme fikrinden.




Sayılı gün çabuk geçer derler ya 9 günlük tatilde sona eriyor ama daha Kıbrıs'ta gezecek görecek çok yer var. Lefkoşa'ya, Mağusa'ya gidemedik mesela, Lefke, Güzelyurt ve Karpaz'ı şöyle bir gördük. Bir ayağım nasıl olsa hep burada bir sonraki ziyarete artık.


Nereleri Görmeli
Girne- Girne Kalesi, eski liman, Balabayıs Manastırı, St. Hilarion, Karaoğlanoğlu Şehitliği, Mavi Köşk, Beş Parmak Dağları'ndaki tank, Lapta, Ayios Pantelemion Manastırı, Bufavento Kalesi, Kantara Kalesi, Girne Arkeoloji Müzesi


Lefkoşa - Selimiye Cami (St. Sophia Katedrali), Büyük Han, Derviş Paşa Konağı,Arab Ahmet Mahallesi, Girne Kapısı, Venedik Sütunu (Saray Önü), yeşil hat, Bandabuliya çarşısı, arasta, Barbarlık Müzesi

Mağusa - Salamis Antik Kenti, St. Barnabas Manastırı, Othello Kalesi, Namık Kemal Zindanı, Lala Mustafa Paşa Cami (St. Nicholas Katedrali)

Güzelyurt - Arkeoloji Müzesi, Aziz Mamas Kilisesi


Lefke- Soli Antik kenti, Vuni Sarayı,Cengiz Topel Anıtı, yeşil Irmak, Yedi Dalga

Ne Yemeli
Şeftali kababı, fırın kebabı, herse, kabak çiçeği dolması, hellim böreği, nor böreği, kıymalı börek, pirohu, samsı, sini katmeri, hellim ızgara, molehiya, fırın makarnası, enginar dolması, fırında patates kebabı, ceviz macunu, alıç macunu, hellimli bitta, zeytinli bitta