30 Ekim 2014 Perşembe

TANZANYA - DARÜSSELAM'DA BİR GÜN

3 EKİM 
Bu kez biraz kalabalık çıkıyoruz yola tam 42 kişiyiz. Kurban bayramına bir  gün kala Gülden, Alper ve ben havalimanında buluşuyoruz. Alper Kilimanjero'ya Gülden'le ben Darüsselam'e uçuyoruz. Ekibin geri kalanıyla bayramın 1. günü Darüsselam'da buluşacağız.  THY ile uçuşumuz tam 7 saat sürüyor. Gece 2.40 gibi iniyoruz Julius Nyerere Havalimanına. Burası ülkenin en büyük havalimanı imiş ama bizi şaşırtacak kadar küçük.


VİZE ÜCRETİ 50 DOLAR
Pasaport kontrolü öncesi vizelerimizi almak üzere sıraya giriyoruz. Uçakta dağıtılan vize formlarını doldurmuştuk zaten, bunlarla birlikte pasaportun arasına vize ücreti olan 50 doları koyup görevliye teslim ediyoruz. Ardından isimlerimizin okunmasını bekliyoruz. Verilen sıraya göre değil karışık okunuyor isimlerimiz. Vizemizi aldıktan sonra pasaport kontrolü için yeniden sıraya giriyoruz. Pasaport kontrolü sırasında görevli resmimizi çekip parmak izimizi alıyor.


Biz pasaport işlemlerimizi tamamlayıp çıkıncaya kadar valizlerimiz gelmiş bile. Valizlerimizi alıyoruz ama dışarı çıkmada önce bir de bagajlarımızı güvenlik bandından geçiriyorlar. Nihayet işlemlerimizi tamamlayıp dışarı çıkıyoruz. Çıkışta bizi otelimize götürmek üzere bize burada hizmet verecek olan Antilope Tur şirketinden Ömer Bey bekliyor. 

BARIŞ ÜLKESİ DARÜSSELAM
Tanzanya'nın en büyük şehri olan Darüsselam arapçada "Barış Ülkesi" demekmiş.  Şehir, 1974'e kadar ülkenin başkentiymiş. Bu tarihten sonra Dodoma'nın başkent olmasına karar verilmiş. Darüsselam başkent olma ünvanını Dodoma'ya kaptırmış ama 1996'ya kadar başkent olarak kalmış. Yeni başkent Dodoma olmasına rağmen Darüsselam hala bürokrasinin merkeziymiş. Ülkenin ekonomi, kültür, eğitim ve ticaret işleri Darüssalem'den yönetiliyormuş. Denizin karanın içine girmesiyle oluşan haliç, doğal limanı olarak kullanılıyormuş. 

Darüsselam de dikkatimi çeken ilk şey yolların oldukça bozuk oluşu. Neredeyse hiç asfalt yok. Olanda zaten delik deşik. Ayraca sokak lambaları da yok denecek kadar az. Otel yolu üzerinde sokakta, kapıların önünde uyuyan insanlar görüyoruz. "Bunlar evsizler mi?" diye soruyorum Ömer'e. Hayır diyor, "onlar Masai burada gece bekçiliği yapıyorlar". "Bekçi uyur mu?" diyorum, uyusalar bile onlara kimse yaklaşamazmış korkarlarmış Masai'lerden burada. Daha sonra Masaileri de ayrıca yazacağım.

Otelimiz şehir merkezinde Tiffany Diamond Otel. Otele varışımız saat 4'ü buluyor. Zaten bu gece rezervasyonumuz olmadığı için sabahı beklememiz gerekiyor. Biz odamızı beklerken Tanzanya'ya gelmeden blogları okurken tanıştığım http://tanzanyanotlari.blogspot.com.tr/  yazarı Sibel geliyor ziyaretimize. Sibel gerek yazılarıyla, gerekse şahsi olarak sorduğum her soruyu cevaplayarak bu seyahat öncesi bana çok yardımı oldu. Birlikte dışarı çıkıp önce döviz bürosundan biraz para bozduruyoruz, 1 dolar 1670 THS. Aklınızda olsun 2003 tarihinden eski oldumu almıyorlar doları. Aslında hemen her yerde dolarla alış veriş de yapabiliyorsunuz ama bazen kuru daha düşük hesaplıyorlar. Ardından  kendimize burada kullanmak üzere birer telefon hattı alıyoruz. Çünkü Turkcell'in Tanzanya'da geçerli paketi yok. Buradan aldığımız hata, internet paketi yapıp Türkiye ile öyle haberleştik.
Sibel'e şehri gezmek istediğimizi söyleyince bize bir günde öncelikli görmemiz gereken yerlerin listesini yapıyor. Yaya gezebilirsiniz ben bugüne kadar bir şey yaşamadım ama bazı bölgeler tehlikeli olabilir diyor. Ardından bir taksi çevirip pazarlık ediyor. 5 saat için 50000 shiling yani 30-35 dolar arası bir rakama anlaşıyor. Elimize listemizi alıp koyuluyoruz yola. Bu şoförümüz Salun. Arabaya binip konuşmaya başlayınca Salun'un yok denecek kadar az ingilizce bildiğini fark ediyoruz. Ama bu saatten sonra yapabileceğimiz bir şey yok, biraz tarzanca gezmeye başlıyoruz şehri.



Ellerinde fincanlar kahve içen insanlar görüyoruz sokakta. Burada alışkanlıkmış meğer sabahları kahve içermiş herkes sokak satıcılarından. Satıcılar ellerindeki çaydanlık benzeri kaplarla hemen oracıkta ateşin üzerinde pişiriyorlar kahveyi. 






Ardından rengarenk giysileri, sırtlarında çocukları ve başlarında taşıdıkları yükleriyle kadınlar çekiyor dikkatimi. O kadar yükü nasıl taşıyorlar başlarında şaşıyorum. Bu bir yetenek olsa gerek.



Darüssalem kalabalık bir şehir. Gelmeden okumuştum trafik bir kilitlendi mi saatler sürebiliyormuş açılması. Ama bizim şansımıza olsa gerek, biraz sakin bugün. Trafik sakin ama her yer delik deşik, insanın Tanzanya'nın en büyük şehirlerinden birinde oluğuna inanası gelmiyor. Bazı bölgelerden geçerken Salun aracın camlarını kapatıyor. Çantalara dikkat, camı açıp fotoğraf çekmeyin diye uyarıyor. Sibel de söylemişti zaten bazen trafik ışıklarında durunca gözünüzden gözlüğü yada elinizden konuştuğunuz telefonu bile alıp kaçan oluyormuş. 

Ulaşım için daha çok bisiklet, dala dala dedikleri minibüs ve bajajileri kullanıyorlar. Bajajiler Hindistandaki tuk tuklardan etkilenerek yaptıları üç tekerlekli taşıma araçları.  



FISH MARKET - BALIK PAZARI
Salun ilk olarak fish market yani balık pazarına götürüyor bizi. Burası o kadar kötü kokuyor ki boş ver gezmeyelim diyorum önce Gülden'e ama sonra merakım baskın geliyor ve giriyoruz pazara. Deniz kabuklarının satıldığı bölümü geziyoruz önce. Çeşit çeşit deniz kabukları, deniz yıldızları hatta köpek balığı çenesi bile gösteriyorlar bize.
Balıkçılar yolun deniz tarafında. Vakit öğleyi geçtiği için balıklar çoktan satılmış. Çok az balık kalmış pazarda. Alıcılar koli koli balıkları sürükleyerek geçiyorlar yanımızdan. Pazarda herkes meşgul. Kimi kalan balıklar için pazarlık yapıyor, kimi elindeki dev balıkları parçalıyor. Hatta pişirmeye başlayanlar bile var. Çoğu fotoğraflarının çekilmesinden hoşlanmıyor, öfkeyle bakıyor kameraya ama kimisi de poz veriyor bize.

 
Pazarın dışında yol boyunca herkes bir şeyler satıyor. Çeşit çeşit tropikal meyveler, hamur işleri, hatta bir tezgahta bizim hamsiye benzer bir balığa bile rastlıyoruz. Kızartmışlar kağıt külahlara koyarak satıyorlar  çerez gibi. Doğrusu çok merak ediyorum tadını. Ama ilk günden midemi bozmak istemediğim için sadece birtane ağzıma atıp tadına bakıyorum. Tadı da bizim hamsiye benziyor aslında.


Yol boyunca görüntülenecek o kadar çok şey var ki anlatamam. Ama dedim ya yerli halk fotoğraflarının çekilmesinden pek hoşlanmıyor. O yüzden sadece izin alarak çekebiliyoruz bir kaç kare. Hatta bazen önce izin verip sonra da para isteyen bile oluyor fotoğraf için. 



ÇANTALARA DİKKAT
Biz yolumuza devam ediyoruz. Next stop Mama Masai diyoruz Salun'a. Niyetimiz yol üzerinde Enjipai ve Mama Masai diye buraya özgü şeylerin satıldığı 2 yeri görmek. Hakana Matuta (sorun yok) diyor Salun ve bizi Coco Beach'e getiriyor. Coco Beach Oyester bölgesinde upuzun bir plaj. Adının Coco Beach olmasınin sebebi bu bölgede hindistan cevizi ağaçlarının çok olmasındanmış. Plaj hafta sonları kalabalık oluyormuş. Bugün Cuma olduğu için plajda nereseyse hiç kimse yok, sadece tezgahlarda yemek ve meyve satan yerli halk var. Şoförümüz kişisel eşyalarımıza, özellikle çantalarımıza dikkat etmemiz konusunda uyarıyor bizi. Hemen yanımıza gelip bize hindistan cevizi ve hindistan cevizi cipsi satmaya çalışıyorlar. Merak ediyorum ama deneme kısmını başka zamana bırakıyorum. 




KÜÇÜK PRENS'İN BAOBAP AĞAÇLARI
Biz her gördüğümüz değişik şeye bu ne, bu ne diye soruyoruz ya bu kez bir binanın bahçesine giriyor Salun. Nereye geldik diye sorunca hastaneye diyor. Niye geldik deyince de arkamızdaki ağacı gösteriyor. Ne olduğunu anlatmaya ingilizcesi yetmiyor ama dev bir ağaç duruyor karşımızda. Gülden'le ben kollarımızı açtığımızda bile minnacık kalıyoruz ağacın yanında. Sonradan öğrendik ki Baobap ağacıymış bu. Küçük Prens kitabını okuyanlar hatırlar, hani gezegenini onlardan korumaya çalıştığı dev ağaçlar Baobap'lar.


SOKAKTA SATILANLARA DİKKAT!
Buradan sonra Salun bizi kendisinin mama diye hitap ettiği hintli bir hanımın yanına götürüyor. Salun'un müşterilerindenmiş. Bizi misafirperverce karşılıyor, bir şeyler ikram etmek istiyor. Teşekkür edince de çantasından çıkardığı hamur işini çıkartarak bunu bari yiyin diyor.

Kırmayıp birer tane alıyoruz. Biz tatlı tuzlu arası bu ilginç şeyi yerken "aman sokaklardan bir şey alıp yemeyin" temiz değildir siz alışkın değilsiniz diye de bizi uyarıyor.

Kapının önüne çıkar çıkmaz şeker kamışı sattıklarını görüp aaa deneyelim diyorum. Ben sıkıp bize suyunu vereceklerini sanırken soyup parçalayıp bir poşete koyup elime tutuşturuyor. Şeker kamışı havuçtan daha sert içinde lifleri bol, sulu bir şey ama yutulmuyor. O şekerli tadı ve suyu gidince çıkartıp atıyorsunuz.

TROPİKAL MEYVE CENNETİ
Salun'un Mama Masai yada Enjipai'yi bulamayacağını anlayınca listedeki bir sonraki yere, Slipway'e gitmeye karar veriyoruz. Ancak şoförümüz tropikal meyvelere olan merakımı fark etmiş olacak yol kenarındaki meyve tezgahını görünce biz daha bir şey demeden duruyor. 2000 shiling verip bir dal muz alıyoruz. Muzlar bizim alıştığımızın aksine minik minik ama oldukça lezzetli. Yeniden yola koyulup Slipway'e doğru giderken bulamamış olmak içine dert olmuş olacak ki  masai diyerek bizi sepetler, tahta oymalar, maskeler, incik boncuk satılan bir yere getiriyor.
Yeniden yola koyulunca bu kez lüks yapıların olduğu bir bölgeden geçiyoruz. Meğer elçiliklerin olduğu bölgeymiş burası. Burada fotoğraf çekmek yasak. Türk Elçiliğini görünce hemen duruyoruz. Kapıdakiler türkçe bilmiyor ama Türk olduğumuzu söyleyince resim çekmemize izin veriyorlar. İçeri giriş için bir takım işlemler yapmak gerekiyor, vaktimiz dar olduğundan bahçeyi çekip ayrılıyoruz. 

YİNE HAKUNA MATATA
Arabaya binip haydi Slipway'e diyoruz Salun'a. Hakuna matata deyip bu defa da bizi Coco Beach'in diğer ucundaki yerlilerin takı tezgahına götürüyor. İki tane de Masai görünce acaba biz Mama Masai dedikçe Masai görmek istediğimizi mi sanıyor diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Burada bir de kaju ağaçları görüyoruz ilk kez. Ama daha olgunlaşmamışlar. Kaju bu yeşil meyvenin uç kısmında oluyormuş.


Nihayet Slipway'deyiz. Slipway deniz kenarı bir otel. Otelin yanında da alış veriş yapıp, oturup bir şeyler yiyip içebileceğiniz dükkanlar var. Burada orijinal bir sürü şey bulabilirsiniz ama fiyatlar biraz pahalı. Dükkanlara gire çıka epey vakit harcıyoruz. Sonunda aklımız kalarak ayrılıyoruz Slipway'den.



HİNT OKYANUSUNA KARŞI YEMEK
Darüsselam de son durağımız Sea Cliff Hotel. Burası bir şeyler yiyip içebileceğiniz hoş bir yer. Gün boyu her gördüğümüzü tatmaktan aklımıza gelmemiş yemek yemek. Hint okyanusuna karşı deniz ürünlerinden oluşan akşam yemeğimizi yerken buraya özgü passion fruit söylüyorum içecek olarak. Tadı değişik ama ben sevdim.

Yemeğin ardından Salun bizi otele bırakırken 50000 shlinge anlaşmış olmamıza rağmen 5 saati aştık diye 50 dolar istiyor. Elbette itiraz ediyoruz. Sonunda 60000 shlinge razı oluyor. Meğer bunu sık sık yaparlarmış. Yani ikna edebilirsem diye deniyorlarmış şanslarını. 

Darüsselam'daki bu ilk günün ardından daha saat 9.30 olmadan dalıyoruz uykuya. Yarın sabah ekibin geri kalanıyla buluşup safari yapmak üzere Arusha'ya uçacağız.

Not: Fotoğrafların bir kısmı Darüsselam'da bana yol arkadaşlığı eden Gülden'e ait. Katkılarından dolayı teşekkürler.


 

3 yorum:

  1. okuması çok keyifli teşekkürler paylaşım için devamını bekliyoruz

    YanıtlaSil
  2. Çok bilgilendirici, kolay anlaşılır, yormayan, sürükleyici ve daha fazlası ;)

    Ellerine sağlık..

    Devamını bekliyoruz...
    Şimşek

    YanıtlaSil
  3. Uzak diyarlara egzantrik bir yolculuk ve çok güzel bir gezi yazısı olmuş. Eline kalemine sağlık Safari bölümünü merakla bekliyorum.

    YanıtlaSil