27 Mart 2016 Pazar

ST.PETERSBURG BEYAZ GECELER - 2.Bölüm


18 Haziran
Dünkü güneşten eser yok bu sabah St. Petersburg'da, hava bulutlu görünüyor. Dün şehir keşfettik bugün müze ve katedralleri gezme günümüz.
Otelde kahvaltının ardından hemen çıkıp, bize en yakın Bolshaya Konyushennaya Caddesi'ndeki Golden Triangle Hotel'den St. Petersbug Card alıyoruz. Biz St. Petersburg kartlarımızı alıp çıkana kadar yağmur yağmaya başlamış. Yağmurluklarımız var ama otelde. Hava durumu yağmur göstermediği için yanımıza alma gereği duymamıştık. 

St. Petersburg Card
Bu kartla Hermitage hariç pek çok müzeye, katedrale, saraya ücretsiz girebiliyorsunuz. Ayrıca kanal turu, Neva nehrinde tekne turu ve şehirde city-bus ile otobüs turu yapabilirsiniz. Eğer yükleme yaparsanız bizim akbil gibi bu kartla toplu taşıma araçlarını da indirimli kullanabiliyorsunuz. Hatta bazı restourant ve mağazalarda indirim için de kullanılabiliyor. 2-3-5-7 günlük alabiliyorsunuz. Gelmeden nereleri gezmek istediğinizi çok iyi planlarsanız St. Petersburg kartla çok ekonomik gezebilirsiniz. Birlikte geldiğimiz arkadaş grubuyla gezmekten son anda vazgeçmiş olduğumuz için bizim ki çok planlı değildi ama yine de bu kartla epeyce bir müzeyi gezdik.

Kazan Katedrali 
Nevsky caddesi üzerinde giriş ücretsiz 
Aslında girişi ücretsiz ve saat sınırı olmadığı için bugün listemize almamıştık ama yağmur yağınca ıslanmamak için en yakın mesafedeki Kazan Katedrali'ni gezmeye karar verdik. Kazan Katedrali bana Vatikan'daki St. Pietro Katedralini hatırlattı. Yanlış hatırlamıyorsam zaten biraz esinlenerek yapılmış.
St. Petersburg'daki pek çok yapı gibi burasıda 18. Y.Y.'da Pedro döneminde inşa edilmiş. Doğru mu bilmem ama hatta Pedro ve Katerina'nın burada evlendiğini okumuştum bir yazıda.  Katedralin içi de dışı kadar gösterişli. İkonlar altın kaplamlar granit sütunlar göz kamaştırıyor.

Komünizm döneminde Rusya'daki bütün katedraller, kiliseler kapatılmış. Kimi müze, kimi kütüphane kimisi de depo olarak kullanılmış. Kazan Katedrali de o dönemde müzeye dönüştürülen katedrallerden biri, hatta ateizmin anlatıldığı bir müzeymiş. Komünizm sona erince yeniden ibadete açılmış.


Singer Binası - Dom Kinigi
Bu sanat eseri gibi görünen bina 1900'lü yılların başında Singer makinalarının satış binası olarak yapılmış. Aslında bir singer mağazası varmış ama daha gösterişlisini yapmak istemişler. Dev pencereleri, kubbesi ve heykelleriyle gerçekten de görkemli bir bina olmuş. Devrimden sonra ise burası kitap evine dönüştürülmüş. Devrimin birçok kitabı bu yayın evinde basılmış. Sovyetler Birliğinin önemli yayın evlerinden biri olmuş. 

Halen kitap evi olarak kullanılan bina kafe olarak da hizmet veriyor. Bizim girecek vaktimiz olmadı ama gidenlerden duyduğum içerisi de çok güzelmiş. Hatta elmalı turtasını deneyin diyorlar. Ayrıca Kazan Katedrali en güzel buradan fotoğraflanıyormuş.


Kanlı Katedral
Griboyedova Kanalı yanında giriş 230 Ruble
Singer Cafe'den sola döndünüz mü hemen karşınıza pastadan yapılmış gibi duran Savior on the Spilled Blood yani Dökülen Kan Kilisesi çıkıyor. Sanki birden bir masalın içine girmişsiniz gibi hissediyorsunuz. Ama aslında acı bir hikayesi var bu kilisenin. Çar 2. Alexander burada suikaste uğruyor ve öldürülüyor. Bunun üzerine oğlu 3. Alexander babasının anısına buraya bir kilise yaptırıyor. 2. Dünya savaşında kilise sığınak olarak kullanılmış. 1930 yılında da müzeye dönüştürülmüş ve halen müze olarak kullanılıyor. Kilisenin içi de dışı kadar muhteşem. Bütün duvarları mozaiklerle kaplı. Hele bir kapı var hayran kalıyorsunuz.


Dökülen Kan Kilisesinden çıkıp Rusya'nın fast food zinciri olan Tepemok'da hızlıca bir şeyler yemeye karar veriyoruz. Krepleri meşhurmuş krep ve borsch çorbası aldık bizde. Lezzet olarak idare eder, fiyat da ekonomik.



Hemen metroya binip Peter and Poul Kalesine doğru yola koyuluyoruz. Bu arada bulunduğumuz Admiralteskaya metro istasyonu St. Petersburgun en derin metrosuymuş 86 metre. Yüzeye 2 kademeli yürüyen merdivenle çıkılıyor. Boşuna değilmiş yürüyen merdivenlerden uzun olandan bakınca dibini göremiyor oluşumuz. 

Metrodan çıkıp kaleye doğru giderken Devrim Anıtı çıkıyor karşımıza. Anıt Potemkin Zırhlısında başlatılan isyanı tasvir ediyor. 

Yine yol üzerinde masmavi kubbesiyle Tatar Camii görüyoruz. Ne kadar doğru bilmem ama burası St. Petersburgun tek camisi imiş. Semerkand'daki Timur'un türbesinden esinlenerek yapılmış. Stalin döneminde bütün ibadethaneler gibi burası da kapatılıp depo olarak kullanılmış.  Ama bugün yine ibadet için kullanılıyor. Kale kapanmadan kaleyi gezip burayı dönüş yolunda gezmeye karar veriyoruz. Tabi bu kararı verirken adadan kanal turuna katılacağımızı bilmiyorduk. Yani bu camiyi sadece yolun karşı kıyısından görüntüleyebildik.

Peter & Paul Kalesi
Zayachy Adası'nda giriş 300 Ruble
Burası St. Petersburg şehrinin temellerinin atıldığı yer. Aslında stratejik konumu sebebiyle kale olarak yapılmış. Ama hiç bir zaman kale olarak kullanılmamış. Askeri garnizon ve siyasi mahkumlar için hapishane olarak kullanılmış. O zamanlar buralar bataklık olduğu için kalenin yapımında 40.000'den fazla köylü ve İsveç'li esirler çalıştırılmış. 


Kalenin içinde gezebileceğiniz bir kaç tane müze var. Biz sadece bir zamanlar Gorki'den, Trocki'ye, Dostoyevsky'ye kadar pek çok ünlü yazarın, düşünürün mahkum edildiği hapishaneyi gezdik. Her hapishane gibi burası da kasvetli, karanlık ve ürkütücü. 

 




Kalenin içindeki en etkili bölüm buraya adını veren Peter an Paul Katedrali. Burası alışılmış soğan kubbeli kiliselerden farklı. Altın kaplı bir çan kulesi var. Kulenin tepesindeki melek heykeli St. Petersburg'un simgesiymiş. Ayrıca 122.5 metre yüksekliğindeki bu kule dümdüz bir şehir olan St. Petersburg'un en yüksek yapısıymış. 


Katedralin içi buradaki diğer katedraller gibi oldukça görkemli. Tavan figürleri, altın işlemeleri ve heykelleri ile göz kamaştırıyor. Pedro ve eşi Katerina'nın mezarları da katedralin içinde yer alıyor. Ortadaki fotoğraftakiler de Pedro ve Katerina.

Kalenin içinde bir de seyir terası var. Bunun için ekstra bilet almanız gerekiyor 100 Ruble. Ama karşı kıyıdan şehre bakmak istiyorsanız şehri izleyeceğiniz en güzel yer burası. Gerçi kanal turu yapacaksanız buna gerek olmayabilir. 

Kaleyi gezdikten sonra niyetimiz Neva'nın kıyısında oturup St. Petersburg silüetine karşı kısa bir çay kahve molası verip biraz da dinlenmekti. Ama kıyıya varıp ta bizim kafe sandığımız şeylerin aslında kanal turu yapan botlar olduğunu görünce hemen bilet alıp kanal turu yapmaya karar verdik. Normalde 600 Ruble ama St. Petersburg kartla alınca ücret ödemiyorsunuz. 

Kahvelerimizi alıp bota yerleşiyoruz biraz yağmur çiseliyor ama manzara görülmeye değer. Kanalların arasından şehir bir başka güzel görünüyor. 

Tek kusur rehberimizin rusça anlatıyor olması. Aslında belli saatlerde ingilizce anlatım oluyormuş ama biz planlamadan tura dahil olduğumuz için kaderimize razı olduk. Kanallarda gezerken şehir daha çok Venedik gibi görünüyor bana. Her biri birbirinden güzel köprülerin altından geçiyoruz. Hatta bazısı o kadar alçak ki rehber başımızı eğmemiz için uyarıyor. 

Kanal turu bir buçuk saat sürüyor ve kesinlikle sıkı giyinmenizi tavsiye ederim. Hareket halinde olduğu için olsa gerek epey serin oluyor. Yada biz serin güne denk geldik bilemem. 



Akşam yemek için rus mutfağına özgü bir şeyler yemek istiyorum ama bu konuda dersime iyi çalışmamış olduğumdan yine balık yemeye karar veriyoruz. Somon ve pancar salatası iyi bir seçim olmuş. 

Bu şehir gece de başka bir güzel oluyor. Gece diyorum da bu mevsim burada gün bitmiyor ki. Gün bitmeyince şehir de neredeyse hiç uyumuyor. Biz de gündüz gezemediğimiz yerleri gece gezmeye devam ediyoruz.






22 Mart 2016 Salı

ST.PETERSBURG BEYAZ GECELER - 1.Bölüm - 17 Haziran 2015


Sabahın ilk saatlerinde çarların çariçelerin şehri St.Petersburg'dayız. Gök yüzü pırıl pırıl güneşli. Pedro'nun şehrini doya doya gezmek ve beyaz gecelere şahitlik etmek için özellikle yılın en uzun günlerinin yaşandığı dönemde ziyaret etmek istedik St.Petersburgu. Bu mevsimde buraların çok kalabalık olacağını tahmin ettiğimiz için taa aylar öncesinde ayırttık yerlerimizi. Oteli booking.com adresinden biraz konumuna birazda fiyatına bakarak almıştık. 

Amulet Otel Admiralteskaya metro istasyonuna 30 saniye yürüme mesafesinde müzelerin tam göbeği diye tabir edebileceğim bir konumda 7 odası olan küçük bir otel. Bir binanın 1. katında, kapıyı aşağıdan çalarak içeri giriyorsunuz. Çok küçük de olsa  asansörü bile var. Personel oldukça güleryüzlü ve yardımsever , üstelik ingilizce de biliyorlar ki bu Rusya için çok önemli. Erken geldiğimiz için odamız henüz hazır değil o yüzden eşyalarımızı bavul odasına bırakıp hemen kendimizi St.Petersburg'un sokaklarına atıyoruzNiyetimiz bugün hiç bir müzeye girmeden şehri keşfetmek.

Otelimize iki dakika yürüme mesafesindeki Saray Meydanı'ndan başlıyoruz keşfe. Buraya Dvortsavaya da deniyor. Meydanda bir takım hazırlıklar var. Sonradan öğreniyoruz ki okulların mezuniyet günü içinmiş. O gün özel kutlamalar olurmuş şehirde. 

Tarihi önceden belirlenmediği için seyahat planı yaparken denk gelip gelemeyeceğimizi bilmiyorduk ama bu yıl tam da bizim son gecemizde denk geliyormuş süper yani. 

Meydanın tam ortasında Alexander Column denilen sütun yer alıyor. Rus Ordusu'nun Napolyon Ordular'nı yenme şerefine zaferin 20. yılında koyulmuş bu sütun buraya. Finlandiya'dan deniz yolu ile getirilen sütunun dikilmesi için tam 3000 işçi çalışmış. 47.5 metre ve 660 ton ağırlığındaki bu sütun dünyanın en büyük tek parça granit sütunu imiş. Bir başka özelliği ise yere sabitlenmeyip bir takım matematiksel hesaplarla kendi ağırlığı ile burada duruyor olmasıymış. 

Yine 1764 yılında Katerina tarafından oluşturulan dünyanın en büyük ve en eski müzelerinden bir olan Hermitage ve Kışlık Saray'ı da bu meydanda yer alıyor. Meydanda seyyar satıcılara yakalanabilirsiniz, dikkat fiyat sordunuz mu satana kadar  bırakmıyorlar. Yine meydanda Çar ve Çariçe kıyafetleri giymiş turistlere para karşılığı fotoğraf çektirenleri görüyoruz. Bunların hepsi rus mu bilemiyorum ama bir ara siyahi bir çar gördüm. Doğrusu kıyafetler çok yakışmıştı.



Müzenin yanından Neva Nehrine giderken sol tarafta donanma binasını görüyoruz. Burayı ziyarete etmek yasakmış. Onun hemen arkasından St. Isac Katedrali'nin kubbesi ilişiyor gözümüze. St. Petersburg'da yol üzerindeki büfelerde çay kahve de satıyorlar. Kendimize bu büfelerden birinden çay ve atıştırmalık bir şeyler alıp Neva'nın kıyısına varıyoruz.


Karşımızda Peter and Poul Kalesi St. Petersburg'un ilk temellerinin atıldığı ada yer alıyor. Sol tarafa bakınca Rostral Sütunları'nı görüyoruz. Neva'nın üzerinde her biri birbirinden farklı köprüler yer alıyor. Elimizde çaylarımız Neva'nın kıyısında oturup bir süre şehri seyre dalıyoruz. Hava güneşli ama sert bir rüzgar var biraz üşütüyor.

Neva Nehri'nde sonra buranın en ünlü caddesi olan Nevsky boyunca yürümeye devam ediyoruz. St.Petersburg Venedik gibi kanallar arasına, adalar üzerine kurulmuş bir şehir. İlk bakışta bana sanki Avrupa'da bir şehirdeymişim hissi uyandırdı. Biraz Almanya, biraz Hollanda biraz da İtalya'da gibi hissediyor insan. 

St.Petersburg sadece 300 yıllık geçmişe sahip bir şehir. Bizim ''Deli'' dünyanın ise ''Büyük'' dediği Pedro çarlığı bir süreliğine bırakmış ve kimliğini gizleyerek Avrupa'ya gitmiş. Çeşitli şehirlerde dolaşıp çeşitli işlerde çalışmış. Venediği gördükten sonra Rusya'ya geri dönmüş ve 1703 yılında Neva bataklığı üzerine kazıklar çaktırarak St.Petersburg şehrinin temellerini attırmış. 42 adacıktan oluşan St.Petersburg'a bu yüzden ''Kuzey'in Venedik'i'' deniyormuş.
 
Çarlık Rusyası'nın başkenti olan şehir tarih boyunca Rusya'nın batıya açılan kapısı olmuş. O dönemde Petersburg veya Pedrograd denilen şehir, Lenin'in ölümünden sonra Leningrad adını almış. Sovyetler birliği dağıldıktan sonra halk oylaması yapılmış ve şehrin adı yeniden Petersburg'a çevrilmiş. St.Petersburg bugün Unesco'nun dünya mirası listesinde yer alıyor.

St.Petersburg dümdüz bir şehir o yüzden de yürürken yormuyor insanı. Nevsky Caddesi boyunca çeşitli mağazalar, oteller, restoranlar, kafeler yer alıyor. Binaların hepsi sanki birer sanat eseri gibi. Kazan Katedrali, Dökülen Kan Kilisesi, Dom Kinigi, Gostiny Dvor Alışveriş Merkezi, tiyatroların bir kısmı hep bu cadde üzerinde. 

 
Öğle yemeği için kendimize Dökülen Kan Kilisesi'nin sokağında bir mekan seçtik. Borsch çorbası ve ızgara balık yedim. Bana hem lezzetli hem de ekonomik geldi. Toplam 500 Ruble yani 25 TL. ödedim. Bir de üzerine aynı sokaktaki seyyar dondurmacıdan cevizli dondurma ki ben bu kadar güzelini henüz yemedim. Yolunuz düşerde giderseniz hala aynı sokaktaysa bunu mutlaka denemenizi tavsiye ederim. 

Yemeğin ardından otelimize dönüp odamıza yerleştik. Bütün geceyi ayakta geçirmiş olduğumuz için nasıl olsa burada gün uzun sürüyor diye bir iki saat uyuyup dinlendik. Kendimizi yeniden sokağa attığımızda saat 22:00 olmuştu ama ortalık hala aydınlık. Mesela bu fotoğraf çekildiğinde saat gece 11'i geçmiş durumda inanabiliyor musunuz? Karanlıkta gezmeyi sevmeyen biri olarak tam bana göre yani.
 

Bizimle aynı tarihte St. Petersburg'da bulunan arkadaşımız Serpil'le akşam yemeği için buluşuyoruz. Fikran suşi yemek istediği için otelimizden aldığımız tavsiye üzerine 
две палочки adlı restorana gidiyoruz.Servis biraz ağır ama suşiler hoşumuza gitti. 



Yemekten gece 1 gibi çıktığımızda ortalık kararmıştı. Bu mevsimde burada gecenin en karanlık anı sadece 1-2 saat sürüyor. Biz Serpil'e oteline kadar eşlik edip tekrar kendi otelimize yürüyerek dönmeye kalkınca gün yeniden ağarmaya başladı. Ama sokaklarda bizim gibi hala insanlar vardı.


18 Mart 2016 Cuma

ST. PETERSBURG BEYAZ GECELER İÇİN YOLDAYIZ


Aylar öncesinden biletlerimiz alıp otelde yerlerimizi ayırdık ve gün saymaya başladık. Nihayet o gün geldi. Aeroflat İstanbul - St. Petersburg uçuşumuzu Moskova aktarmalıya çevirmiş olsa da ben bundan hiç şikayetçi değilim. Tamam bir gün biraz uykusuz kalacağız ama bu sayede St.Petersburg'da koca bir gün kazanmış oluyoruz .

VİZE YOK(tu) MIGRATION FORMU VAR(dı)
Gerçi uçağımız İstanbul'dan biraz rötarlı kalkıp Moskova'ya da biraz geç inince uçağı kaçıracağız diye telaşlanmadım desem yalan olur. Transit yolcuyuz ama dış hattan iç hata geçeceğimiz için pasaport işlemi yaptırıp bagajımızı alarak diğer terminale geçmemiz gerekiyor.

Pasaport kontrolü için Ruslara 3 yabancılara 2 desk açmışlar. Biz sıranın başında olmamıza rağmen yine de 20 dakika sürdü kontrolden geçmemiz. Pasaport polisi biraz yavaş çalışıyor. Hepsi mi böyle yoksa bize mi rahatı denk geldi bilmiyorum. Ben bu yazıyı yazdığımda Rusya Türkiye'ye vize uygulamıyordu. Ama malum Rusya ile yaşadığımız uçak krizinden sonra artık vize almak gerekiyor. Biz gittiğimizde vize uygulanmadığı için girişte pasaport polisinin sistemden otomatik olarak doldurduğu migration denilen bir formla girmiştik. Bu form vize yerine geçtiği için seyahatimiz boyunca pasaportumuzla birlikte yanımızda taşıdık.

Biz kontrolden çıkana kadar bagajlarımız gelmiş bile. Hemen iç hat için D terminalinin yolunu tutuyoruz. Şükür ki iki terminal arası krokide göründüğü kadar uzak değil 3-5 dakikalık yürüme mesafesi. Kiril Alfabesi ile yolu nasıl buluruz diye düşünüyordum ama tabelalarda Kiril Alfabesi'nin altında Latin Alfabesi ile de yön gösteren yazılar var. 

AMAN BAGAJ KARTINIZI ATMAYIN!
Elimizde bording kartlarımız var ama bagaj vereceğimiz için yeniden sıraya giriyoruz. Şunu hemen ekliyeyim alandan çıkarken bagaj kartlarını kontrol edip isimle karşılaştırıyorlar sakın ha atayım demeyin. Gerçi çıkışta sorduğunda bulamasaydık ne olurdu bilmiyorum ama ingilizce bilmedikleri için sanırım derdimizi anlatmamız epeyce bir zor olurdu. Aslın ben Moskova'dakini ne yaptım bilmiyorum ama allahtan İstanbul'dan çıkışta pasaportuma yapıştırmışlar da o duruyordu.

1 saat 20 dakikalık bir uçuşun ardından sabahın ilk saatlerinde tabi bize göre sabahın ilk saatlerinde vardık St. Petersburg Pulkova Havalimanı'na. İç hattan geldiğimiz için gümrük işlemi yok hemen bagajımızı alıp çıkıyoruz.  

İlk iş biraz dolar bozdurup ruble alıyoruz alandan. Niye Dolar çünkü Türk Lirası'nı kabul etmiyorlar Dolar yada Euro alın yanınıza. Burada yine bir not düşmek istiyorum aman dolarınızda herhangi bir mühür işaret olmasın çünkü kabul etmiyorlar. Benim dolar elimde kaldı. İşaret bankanın işaretiydi ama bozmadılar. Gerçi her seyahatte benim dövizle ilgili başıma böyle bir şey geliyor alıştım artık. 
Rusya'ya gelmeden telefon görüşmesi için Türkiye'den paket almaktansa buradan hat almanın daha mantıklı olduğunu okumuştum biz de öyle yaptık 400 Ruble'ye Bee Line'dan 30 GB interneti olan bir paket alıp arkadaşımla ortak kullandık. Hem telefon görüşmelerimizi internet üzerinden yaptık hem de internet hep elimizin altında oldu. Hatta hattı bir ay dolmadan bizden sonra St. Petersburg'a giden arkadaşlarıma verdim onlar da kullandılar yine bitmemiş. Gerçi Rusya'da hemen hemen her yerde ücretsiz Wi-Fi bağlantısı mevcut ama yolda sokakta da internetim olsun diyorsanız ben bu yöntemi öneriyorum. 

HAVAALANINDAN MERKEZE ULAŞMANIN EN UCUZ YOLU METRO
Havaalanından otelimize metro ile gideceğiz ama fikir olsun diye taksi fiyatlarını da soralım dedik 1500 ruble dediler. Yani yaklaşık 75 TL gibi bir şey. 

Havaalanından çıkışında hemen sol tarafta minibüsler var. 39 numara (başka var mı bilmiyorum) ile Moskovskaya metro istasyonuna kadar geliyorsunuz. Minibüsler kişi başı 36 Ruble. 15-20 dakika sürüyor metroya varmak. Minibüsten hemen metro istasyonunun girişinde iniyorsunuz ama asansör ve yürüyen merdiven yok, normal merdiven kullanmanız gerekiyor. Merdivene rampa yapmışlar becerebilirseniz orayı kullanarak taşıyabilirisiniz. Biz el bagajı niyetiyle valiz hazırladığımız için valizlerimiz hafifti ama yine de uzun süre taşıyınca  insana ağır geliyor. Tam işe gidiş saati olduğu için Moskovoskaya metro istasyonu oldukça kalabalık. Bu arada metro için jeton almamız gerekiyor. Baktım gişede uzun kuyruklar var bende makineden alayım dedim. İngilizce bir iki bir şey yazıyor ama yeterli açıklama yok tabi. Ben de bütün yazıyı okumadan elimdeki en bozuk para olan 500 Rubleyi makineye attım. Kendimce alacağım jeton sayısını girecektim ki makine otomatik hesaplayıp bana 16 tane jeton verip üste kalan bozuk parayı verdi. Yani mümkün olduğu kadar kaç jeton alacaksanız ona göre tam para atmaya çalışın. Çünkü jetonları iade almıyorlar. Neyse ki bizim ilk günümüz, nasıl olsa kullanırız deyip yol arkadaşım Fikran'la jetonları paylaştık.


St. Petersburg'da havalimanından merkeze gelmek için kullandığımız Moskovoskaya metro istasyonunda rayları göremiyorsunuz. İstasyonda demir kapılar var. Sadece tren gelip kapılarını açtıktan sonra demir kapılar açılıyor ve doğruca trene giriyorsunuz. Sonradan bunu bir kaç istasyonda daha gördüm sanırım eski olanlar böyle. Sadece tahmin tabi bu doğrulatmış değilim. 



Yolculuğa çıkmadan önce internetten St. Petersburg metrosunun haritasını almıştım üste Rusça altında da latin alfabesi ile yazılı bu harita çok işime yaradı. Böylece daha İstanbul'dayken otele ulaşmak için nerede inip hangi hatla otele ulaşacağımızı biliyorduk. Aktarma yapmamıza rağmen Moskovoskaya'dan Admiralteyskaya metro istasyonuna varmamız yarım saat sürdü. Havalimanından minibüsü de hesaplarsak sanırım 45 dakikayı buldu merkeze varmamız.

Nerelere gittik ne gördük yazı hazır onları da fotoğraflayıp en kısa sürede yayınlayacağım.

 

16 Mart 2016 Çarşamba

Malta'da Son Gün 6 -7 Eylül


Malta'da 9. günümüz ve yarın dönüş günü. Malta'da yapılacaklar listemizi tamamlıyamadık ama bu tatilin yaz sezonun da son tatili olması sebebiyle son günümüzü denize ayırdık. 


Biz nasıl haftasonları pılıyı pırtıyı toplayıp piknik için yeşil alanlara gidiyorsak Malta'lılar da plajlara geliyorlar. Mangal, gitar, dalga sesi keyifli olsa gerek. Bu arada Malta'da öğrenci olmanın da çok keyifli olduğuna kara verdim. Öğrenciler okuldan sonra kitaplarını alıp doğruca plaja geliyorlar hem ders çalışıp hem de deniz güneş yapıyorlar. Ne güzel hayat değil mi?
Daha önce de söylemiştim Malta'da ayağınızı suya değdirebileceğiz her yerden denize girebiliyorsunuz. Havlunuzu yayacak bir yer buldunuz mu orası hemen plaj oluyor. Burada kimse güneşten korkmuyor, günün her saati kızgın güneşe aldırmadan kayaların üzerinde güneşlenen insanlar görebilirsiniz. Ben denizi çok sevmeme rağmen güneşle pek aram yoktur. Ya bir ağaç gölgesi ya bir şemsiye olmadı kaya dibi aradım hep. Aklıma gelmişken söyliyeyim Malta'da en az göreceğiniz şey ağaç. Şaşılacak şekilde adada yeşil çok az. 

Malta'da son günümüzde biz de onlar gibi kayaların üzerinden denize girmeye karar verdik. Ama onlar gibi güneşin altına yatmaya cesaret edemedik tabi, bir kaya gölgesi bulup oraya yerleştik. Malta'da deniz Golden Beach hariç genellikle sakindi. Ama öyle sakin duruşuna aldanmayın derim, ne zaman hırçınlaşacağı hiç belli olmuyor. Son güne kadar Cominodaki akıntı hariç bize hap sakin davrandı ama son gün öyle bir olay yaşadık ki korkudan bacaklarım titredi. Şnorkel ve maskemi almış sakin sakin yüzüyordum. Bir ara suyun içinde balıklarla beraber ileri geri gidip gelmeye başladığımı hissetim ve başımı sudan çıkartınca kıyıda gördüklerimle şok oldum. Dev gibi dalgalar kıyıya vuruyor ne var ne yok alıp götürüyordu. Bir an denizde kalmak mı yoksa kıyıya yüzmek mi daha güvenli karar veremedim. Neyse ki bu olay sadece bir kaç dakikada sona erdi. Daha uzun sürmüş olsa sanıyorum şu an bu yazıyı yazamayabilirdim. Takdir edersiniz ki on an fotoğraf çekmek aklıma gelmedi.
Bir de gitmeden bir arkadaşım kırmızı deniz anaları konusunda ''gördüğün anda oradan uzaklaş'' diye uyarıda bulunmuştu. Kırmızı deniz anaları zehirliymiş ama şükür biz hiç görmedik. 


Genellikle tatillerimin son gününde gittiğim şehrin, ülkenin sokaklarında son bir kez gezer kendi adıma bir nevi vedalaşırım gittiğim yerle. Malta'da da öyle yaptık plajdan eve yürüyerek döndük, akşam yemekten sonra neredeyse sanki ilk gün gibi her sokağı yeniden dolaştık. 
7 Eylül 2015
Ve Malta'ya veda zamanı. Gerçekten sayılı gün çabuk geçiyor, koca tatil nasıl bitti hiç anlamadık. Aslında uçuşumuz akşam üzeri sabahtan denize gitsek mi diye niyetlendik ama sonra vazgeçtik. Zaten uçuştan iki saat önce alanda olmak lazım teleşa gerek yok diye düşündük. Kahvaltının ardından çıkıp biraz alış veriş yaptık. Malta'da alış veriş işini kesinlikle pazar gününe bırakmayın. Çünkü bütün mağzalar, marketler hatta bir tane alışveriş merkezi var o bile pazar günü kapalı oluyor. Aklınızda bulunsun.

Malta'dan ne alınır derseniz balı, ballı kremleri ünlü ben onlardan aldım. Bir de Gbejna dedikleri keçi peynirleri var, bir kaç çeşit aldım ama sade ve kurutulmuş gibi olan bir çeşidi var ben onu sevdim. Alırsanız ondan alın. Adanın cam işçiliği de ünlü ama oldukça pahalı idi. Onlara sadece bakmakla yetindik.
 

Sıcağına nemine rağmen ben sevdim Malta'yı. Hem yeni bir ükle keşfediyorsunuz, hem bol bol denize giriyorsunuz hem de akşama enerjiniz kalmışsa her zevke uyacak eğlence bulmak mümkün.  



Ve kürkçü dükkanına dönüş zamanı. Yaza, denize, güneşe veda ederek ayrılıyoruz Malta'dan. Dünya büyük hayatı güzelleştirecek bir hayli yer daha var görecek.