12 Temmuz 2013 Cuma

GÜNEY DOĞU 1.GÜN - URFA

Güney Doğu 1. gün / 1 Haziran 2013

19 Kişi 4 günlük bir Güney Doğu gezisi için sabahın köründe  koyulduk yola.. Amacımız günü kazanmak.. Cumartesi sabah 5.45 uçağıyla Sabiha Gökçen Havalimanından Gaziantep'e uçuyoruz.  Yaklaşık 1 saat 20 dakikalık yolculuğun ardından Gaziantep'teyiz. 


Burada bizi rehberimiz Bülent karşılıyor. Gaziantep te gezilip görülecek çok yer var ancak bu defa bizim programımızda Gaziantep yok,  sadece burada katmerle yapılacak kahvaltı var. 


Katmer mi, kahvaltıda mı? Yok daha neler diyor arkadaşların bir kısmı ama önceden katmeri bilenler ve ben bi durun arkadaşlar önce deneyin diyoruz.. Çünkü ben de ilk kez katmerle kahvaltı denildiğinde aynen öyle demiştim..

Daha önce tatmamış olanlar için kısaca tarif etmek gerekirse, katmer baklava yufkasıyla, arasına kaymak fıstık içi ve şekerle koyularak yapılan bir nevi tatlı börek yada baklavanın hafif versiyonu benim için.

Kahvaltının ardından Birecik milli parkında koruma altında olan Kelaynakları görmek üzere yola koyuluyoruz yeniden. Yaklaşık 45 dakikalık yolculuğun ardından milli  parktayız.




Nuh Peygamberin bereket sembolü olarak “Tufan”da  gemisine aldığı Kelaynaklar, geçmişte Türkiye’den Kuzey Afrika’ya, Arap Yarımadası’ndan Fas’a kadar çok geniş bir bölgede ürerlermiş. Ancak avcılık, üreme alanlarında rahatsız edilmeleri, yaşam alanlarının değişmesi ve beslenme alanlarında kullanılan zirai ilaçlardan zehirlenmeleri sonucu sayılarında ciddi azalma meydana gelmiş. Bugün ise kelaynaklar nesli tükenmekle karşı karşıya. Bu sebeple Birecik Milli Parkında koruma altındalar ve burada çoğaltılmaya çalışıyorlar. Bir ara sayıları 46'ya kadar düşmüş ancak şu anda 152 adet kuş var milli parkta. 
  1. Kelaynakların ortalama ömürleri 25- 30 yılmış ve ancak 3-4 yaşında erginleşip üreyebiliyorlarmış. İlk doğduklarında tamamen tüylü olan Kelaynak'lar üreme dönemine geldikçe başındaki tüyler dökülüyormuş. Haa bir de Kelaynaklar tek eşli kuşlarmış. Hatta eşi ölünce yemeyi içmeyi bırakıp intihar edeni de varmış, kendine yeni eş arayanı da.
 
Birecik milli parkını ziyarettin ardından Halfeti'ye gitmek üzere yeniden minibüse biniyoruz. 40-45 dakikalık bir yolculuğun ardından varıyoruz Halfeti'ye. Teknemiz hazır bizi bekliyor.


 
Tekne yolculuğu boyunca bol bol fotoğraf çekiyorum. O kadar güzel ki hiç bir şeyi kaçırmak istemiyorum. Fırat nehiri üzerideki yolculuğumuzda ilk olarak dik kayalar üzerinde Rumkale karşılıyor bizi. 1838 de Rumkale'yi ziyaret eden Prusya'lı General Moltke “kayalığın nerede bittiğini, insan eserinin nerede başladığını söyleyebilmek çok zor” demiş geçekten de öyle.



 
  Ve işte Savaşan köyündeyiz.
Muhteşem    bir manzara.

   Daha önce sadece fotoğraflarda  gördüğünüz resmin bir parçası olmak tuhaf  bir duygu. Bunu ilk kez, Uzun Göl'e  gittiğimde hissetmiştim.
Savaşan Köyü'nde kısa bir mola veriyor  teknemiz. Köye adımını atınca hayalet bir  köye geldiği hissine kapılıyor insan. 



Köyün camisi ve okulu Birecik Barajı'nın suları altında. Caminin sadece minaresi  urtarabilmiş kendini sulardan. Nehrin kıyısındaki taş evler ise yaşanmış anılarıyla  terk edilmiş sessizce duruyor şimdilik.

15 dakikada  mola veriyor teknemiz burada. Kimimiz taş evlerin arasında kısa bir gezi yaparken kimimiz de tavşan kanı çayını yudumluyor Fırat'a karşı. Giderken bol bol  fotoğrafladım ya dönüşte manzaranın tadını  çıkartıyorum artık.





 

Tekne yolculuğunun ardından öğle yemeği için nehrin üzerindeki yüzer restoranlardan birinde mola veriyoruz. Rehberimiz Bülent şaput balığı yada haşhaşlı kebap yiyebileceğimizi söylüyor ve ardından şaput tatlı su balığı tavsiye etmem kebap yiyin diye ekliyor. Ama ben rehberinizi dinlemeyin balık yiyin diyorum.









Niye, çünkü ben rehberimizi dinleyip kebap yedim ancak yemek gelince gördüm ki doğru seçim balık olacakmış meğer. Halfeti burası balık balık gibi pişirilmiyor ki.. Kebap gibi soslamışlar mangalda pişirmişler muhteşem olmuş.

Tek alınca ne kadar bilmiyorum ama biz grup olarak meşrubatlar dahil 20 TL ödedik kişi başı  







Yemeğin ardından Urfa'ya geliyoruz ve ilk durak Balıklıgöl. Hemen etrafınızı gönüllü rehber çocuklar sarıyor siz göldeki kıpır kıpır balıklar izlerken onlar da başlıyor hikayeyi anlatmaya. 




İbrahim Peygamber, devrin zalim hükümdarı Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele etmeye, tek tanrı fikrini savunmaya başlayıp üzerine de tapınaktaki putları kırınca Nemrut tarafından cezalandırılır ve bugünkü kalenin bulunduğutepeden ateşe atılır.

Bu sırada Allah tarafından ateşe
"Ey ateş, İbrahim'e karşı serin
ve selamet ol"' emri verilir.
Bu emir üzerine, ateş suya 
odunlar da balığa dönüşür. 




İbrahim'in düştüğü yer Halil-ür Rahman gölü olur. Rivayete göre Nemrut'un kızı Zeliha da İbrahim'e inandığından kendisini onun peşinden ateşe atar. Zeliha'nın düştüğü yerde de Ayn Zeliha Gölü oluşur. 

( Ayrıntı için bak: Balıklıgöl Efsanesi)

Halil İbrahim Cami ve Hz. İbrahimin doğduğu mağarayı gezip dualarımızı ederek tamamlıyoruz bu mistik yerdeki gezimizi. 









Şimdi sırada alışveriş var önce kendimizi Gümrük Han'ın içerisinde kaybediyoruz. Herkes  birer puşi alıp
Urfa usulü bağlıyor başına.

Sonra Gümrük Han'ın bahçesinde
kısa bir mola verip
menengiç kahvesi
ve mırrayı tadıyoruz. 









Biraz dinlendikten sonra bu kez de kendimizi baharatların içinde kaybediyoruz.

Acılı pul biberler, salçalar, isotlar derken ellimiz kolumuz doluyor.










Otel öncesi günün son durağı bakırcılar çarşısı. Ancak bakırcıların pek şansı yok bugün.Çoğumuz sadece bakmakla
yetiniyor bu el emeği göz nuru işlere.

Haa bu arada 19 kişi dağılmadan  tamamladıysak gezimizi gönüllü rehberlerimiz sayesinde. Rota bu tarafa, Rota bu tarafa diye yol gösterdiler bize ta ki otelimize gitmek üzere otobüslerimize binene dek. Söylemeyi unuttum Rota bizim bir grup arkadaşımızın kurduğu doğa aktivitelri ve sosyal etkinlik grubu.




Geziyorsanız günler bereketli ve uzundur bizimde günümüz daha bitmedi. Urfa'ya gelip de Sıra Gecesi'ne gitmemek olur mu? Hızlıca odalarımıza yerleşip biraz dinlendikten sonra yeniden koyuluyoruz
yola. Ur-Eddese Konuk Evi'nde yerimiz hazır. Yıldızların altında Urfa türküleriyle yiyoruz akşam yemeğimizi.












Urfalıyam ezelden gönlüm geçmez güzelden... Nemrutun kızı ayırdı bizi... Şemmame... Halaylar.. Derken sırada acılı çiğ köfte.. Ben ki acı severim 3-4 tanesini zor yiyorum ağzım uyuşuyor acıdan. Ardından Şıllık tatlısı geliyor. Bildiği krepin içine ceviz, kaymak koyup rulo olarak sarmış üzerinde şerbet dökmüşler. Normal zamanda ilgimi çekecek bir tatlı değil. Ancak acının ardından nasıl kurtarıcı oldu anlatamam. Sıra Gecesi Ustası'nın elinden içtiğimiz mırra ile son buluyor. Bu arada bir not, mırra içtikten sonra fincanı masya bırakmamanız gerekiyor. Bu ikram edene hakaret sayılıyormuş. Af için de bekarsa ikram edeni evlendirmeniz yada bağ bahçe bağışlamanız gerekiyormuş. Benden söylemesi mırra içerken dikkat edin.  







Sıra Gecesi bitti ama bizim gecemiz daha bitmedi. Burada  ikiye bölünüyor bir grup otele dönerken biz, Balıklıgöl'ü birde gece görelim diyoruz. Vaktiniz varsa buraları gece de mutlaka görmenizi tavsiye ederim. Gündüzün kalabalığından uzak daha mistik daha gizemli görünüyor. Otele döndüğümüzde saatlerimiz gece yarısını neredeyse iki saat geçmek üzere. Yarın Harran, Atatürk Barajı Karakuş Timülüsü, Cendere köprüsü, Şeytan Köprüsü, Arsemiya ve Komegene Krallarının mekanı Nemrut var sırada. Bunları düşünerek dalıyorum uykuya.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder