11 Temmuz 2013 Perşembe

AMSTERDAM KISA


Bir süredir hayallerimi süslüyordu Amsterdam'a gitmek. Hatta  2012 yılına girerken yapılacaklar listesine eklenmişti ilk sıradan. 

10 Şubat günlerden Cuma İngilizce Geyik Grubu'ndan Mürsel arıyor - ''Bahar Amsterdam'a fırsat var gruppalden alalım mı?'' Acaba mı diyorum. Tamam ufak tefek fırsatlar aldım ama bu bir tatil, üstelik yol, uçak, otel, rehberlik 399 TL biraz şüphe var içimde, ama yine de gruptan 5 kişi alıyoruz. Fırsatın son kullanma tarihi 30 Mart. Bizde bahara ne kadar yakın olursak o kadar sıcak olur diye düşünüp son güne yaptırıyoruz rezervasyonumuzu. 

Bundan sonra sıra vize işlemlerine geliyor. İçimizde en hızlı Fatma. Yabancı bir şirkette çalıştığı için Almanya'dan hemen alıyor vizesini. Arıyorum Hollanda Elçiliğini 29 Marta veriyor randevuyu. Ne diyorum olmaz.. 30 Martta uçuşum var benim. Peki diyor elçilik görevlisi IDATA'dan randevu alın o zaman ( http://www.idata.com.tr/tr/ )  Hemen haber veriyorum bizim ekibe. Kazım Mürsel ben birlikte vereceğiz evrakları. Başvuru günü ilk Kazım varıyor IDATA'ya ardından ben. Ben o kadar eminim ki kendimden veriyorum evrakları her şey tamam. O da ne görevli '' pasaportunuz 10 yıldan eski shengen alamazsınız pasaportunuzu yenilemeniz lazım'' diyor. Aklınızda bulunsun shengen alacaksanız en az 6 ay geçerli pasaportunuzun olması gerekiyor. Ayrıca pasaportunuzun süresi olsa bile 10 yıldan eski olmaması gerekiyor.

Yakın olması sebebiyle hemen Tarlabaşı Emniyete gidiyorum. Bir evrak listesi tutuşturuyor elime randevu alın diyor görevli memur. Birde fotoğrafınız biyometrik olmalı diye hatırlatıyor. Vize için fotoğraf çektirirken en az 6 tane çıkartıyorlar ya hemen gösteriyorum olmaz diyor memur, pasaportun biyometrik ölçüleri farklı

Hemen ben şirket dışındayken kurtaran kadınım Özgül aklıma geliyor arıyorum. Arka arakaya telefon görüşmelerimiz sonunda ertesi sabah 11.00 için Başakşehir'den randevu alıyor. Bende Taksim'de bir fotoğrafçı bulup pasaporta uygun yeni biyometrik fotoğraflarımı çektiriyorum bu arada.

Ve ertesi gün...  Pasaport defter bedeli olarak 65 TL ödüyorum bankaya ve tam 11:00'de Başakşehir emniyet müdürlüğündeyim. Sıram geliyor veriyorum evrakları acil diye rica ediyorum ancak 6 günü bulurmuş yine de gelmesi.  Eski pasaportumda hala 2 yıl süre olduğu uçun harç için para ödemem gerekmiyor onu yeni pasaportuma ekleyecekler.

İnanılmaz ama gerçek Cuma öğleden önce geliyor pasaportum. Ama ben İstanbul dışında olmam sebebiyle ancak çarşamba günü başvurabiliyorum vize için. Birde dilekçe ekliyorum "bu yıl  leyleği havada gördüm sanırım çok gezeceğim bana uzun süreli ve multi çıkışlı vize verin emi diyorum :)"..Mr. konsolos da e demiş olmalı ki bir hafta sonra 6 aylık multi çıkışlı vizem geliyor. Bir ohhh dedikten sonra artık hayallere geçiyorum. Haa bu arada IDATA'da bu işleme karşılık benden 201 TL rica ediyor. Bu arada bir not eklemek istiyorum.

Rehberimiz Fatma olacak. Yıl başında yaptığı Londra programını hepimiz takdir etmiştik. Araştırıyor süper bir program çıkartıyor bize. Daha Amsterdam'a gitmeden otobüs bileti ne kadar, tren ne kadar, hop on hop off hepsini biliyoruz. Daha doğrusu Fatma biliyor, bizde ona güveniyoruz.



Ve büyük gün... 30 Mart sırayla dökülüyoruz Atatürk Havalimanına. Çıkış harçlarımızı alıp check in işlemlerine başlıyoruz. Nasıl yani? Kontuardaki kız Fatma'ya hayır siz uçamazsınız, vizeniz Almanya'dan siz ilk girişi Hollanda'ya yapamazsınız sizi kapıdan döndürürler bize de ceza gelir ben sizi uçuramam diye diyor. Uzun konuşmanın ardından Fatma check in yaptırıyor ama Hollanda'nın içeri almama riskini kabul ederek. Aklınızda bulunsun o zaman bu uygulama yeni olduğu için kabul ettiler ama şimdi kesinlikle kabul etmiyorlar. Aman dikkat tatiliniz başlarken zehir olmasın. İlk nereye giriş yapacaksanız vizenizi o ülkeden alın.

3.5 saat mi yoksa 4 müydü şimdi hatırlayamadım ama her neyse uçak yolculuğunun ardından iniyoruz Schipol Havalimanına. Ama bir heyecanda burada var bizim için yaşanacak Fatma geçecek mi? Sıranın en başına onu alıyoruz görevli ile kısa bir konuşma yapıyor evet hadi derken geçiyor. Bizde bir ohhhh diyoruz artık. 


Amsterdam'da ilk dakikalarımız şehri keşfe gidiyoruz

Otelimiz hava limanına 20 dakika mesafede Tulip inn otel. Hemen bavulları atıp hızlıca hazırlanıp rehberimiz eşliğinde Amsterdam merkeze gidiyoruz. Kaldığımız otelden hem otobüs hemde tren istasyonuna ulaşmak yürüyerek 10-15 dk sürüyor. Buradan kendimize 24 saat boyunca kullanacağımız pass kartlar alıyoruz. Bunlar istenilen süre kadar alınabiliyor. Seçim size kalmış. Fiyatı da ona göre değişiyor.

 

Bisikletlilere dikkat

20 dakikalık tren yolculuğundan sonra işte şehir merkezindeyiz. Central Station merkezin tam göbeğinde. Meydana çıkar çıkmaz rehberimiz uyarıyor BİSİKLETLİLERE DİKKAT! Burada bisikletliler yayalardan bile daha üstün haklara sahip. Çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı genç herkes bisiklet biniyor. Olmaya bisikletlilerden birisi size çarparsa siz suçlu imişsiniz. Bisiklet yada kullanana bir şey olursa zararı karşılamak zorundaymışsınız. Aklınızda bulunsun...

Dam Square'i görüp Red Light'a geçiyoruz. İnsanın inanası gelmiyor vitrinde kadınlar dikkat çekmeye çalışıyorlar. Erotik hareketler göz süzmeler, Allah inandırsın çoğunun da hem yüzü hem vücudu güzel. Hayat kadını denice nedense filmlerde gördüğüm şişman şişman aşırı makyajlı kadınlar kalmış aklımda. Bunlar bildiğin gayet hoş kadınlar. Bu arada bu sokakta resim çekmek yasakmış bende rehberimizin yalancısıyım ama doğrusu makineyi çıkartmaya da cesaret edemedik hiç birimiz. Sokakta normal turist gibi gezen görevliler varmış hiç bir şey demeden makineyi kaptığı gibi kanala atıyormuş. Yani Red Light'la ilgili görsel alamıyorsunuz. Sanıyorum insanlarda merak uyandırmak için iyi bir yöntem düşünsenize gidene kadar hiç bir imaj olmuyor insanın kafasında. Dönünce de Red Light'tan sadece hafızanızda anılar getiriyorsunuz. 

Bu sokak hakkında bir kaç ipucu. Vitrinlerin kimi kırmızı, kimi mavi. Tahmin edileceği gibi kırmızlar kadın, maviler erkek. Erkek dediysem kadın- erkek yani travesti. Bu arada bu sokakta erotik oyunlar sergileyen bir takım tiyatrolar da var. Bunlardan birisine girmek isterseniz giriş 35 euro. Bizim rehberimiz Casa Rosso'yı tavsiye etti. İçimizden Mürsel tiyatroya girmek istediyse de yanına arkadaş bulamayınca, oda vazgeçmek zorunda kaldı.

Bu arada şimdi aklıma geldi Dam Square'dan Red Light'a doğru giderken sokakta sarmal şekilde ne olduğunu anlamadığımız şeyler görmüştük. Ne acaba diye düşünürken rehberimiz yetişiyor imdadımıza. Onlar pisuvar diyor. Hayretle bakıp çok ilginç bir şehir bu Amsterdam diye bir kez daha düşünüyorum.

Dam Square, Red Light Distric derken saatin 12 olduğunu ve hala akşam yemeği yemediğimizi hatırlıyoruz. Kendimize yemek yiyeceğimiz bir yer bulmaya çalışıyoruz ne yesek ne yesek derken kendimizi bir Steak House da buluyoruz kişi başı 10 euro ödüyoruz. Benim gibi kanlı et yemekten hoşlanmıyorsanız iyi pişmiş diye hatırlatmanızı öneriyorum. 



Eğer yemek için 10 Euro pahalı diyorsanız, ayaküstü 2.30 - 3.0 euroya değişik soslar eşliğinde kızarmış patates yemeniz de mümkün. Bu da gayet lezzetli bir öğün olabilir. Yemekten sonra otele dönmeye karar veriyoruz, ertesi gün için zinde olmak lazım yapacak çok şey var yoğun bir program bizi bekliyor.

 

Saat 12'yi geçtiği için tren seferleri sona ermiş otele otobüsle döneceğiz. Otobüs duraklarıda yine aynı meydanda. Otelimizin yakınından geçen otobüsü buluyoruz aldığımız Pass kartları otobüste de kullanabiliyoruz. Bu arada Kazım ''şoföre sordunuz mu geçiyor mu bizim oradan'' derken, ''ne soracaktınız'' diyor şoför türkçe. Şaşırıyoruz. Aslında şaşırmamamız lazım, çünkü burada çok türk yaşıyor. Biz otobüse binerken bizimle birlikte otobüse ayakta durmakta zorlanan bir kız biniyor. Biz kız için telaşlanıyoruz ama herkes gayet normal karşılıyor. Kız ara ara sızıyor. Ya durağı kaçırırsa diyoruz, sorun değil en son noktada hala inmemişse şoför en yakın polis karakoluna bırakır diyorlar. Bir kez daha şaşırıyoruz.

Bu arada Güldenin yanına artık Amsterdam'da yaşayan Alman bir genç oturuyor. Hemen sohbete başlıyoruz. Laf arasında Red Light Distric hakkında fikrini soruyoruz. Çok normal diyor hatta orada çalışanların bir çoğunun öğrenci olduğunu ve ek gelir olarak çalıştıklarını söylüyor, tabi ki biz yine şaşırıyoruz.

Hahaha daha bitmedi, şaşıracak çok şey var Amsterdam'da. Otobüs yolculuğumuz sürerken burnumuza tuhaf bir koku geliyor. Bildiğin lağım gibi kokuyor. Kokuyu şehir merkezini gezerken önünden geçtiğimiz barlardan tanıyoruz, Marihuana yani. Burada, bu da gayet normal bir davranış. Adam önce ayıkladı sonra öğütür gibi bir makinadan geçirdi sonra eledi ve sigarasını sarıp kaldırdı. 


Ve ertesi gün, yani Amsterdamı keşfedeceğimiz günün sabahındayız. Kahvaltının ardından saat 10.00 gibi merkezdeyiz. Hemen meydanda hızlı bir turun ardından hediyelik eşya satan bir yere giriyoruz. Amacımız alış veriş değil tabi, buradan Van Gogh müzesine giriş için bilet alacağız. Yoksa müzenin önünde saatlerce bilet almak için beklemek zorunda kalıyorsunuz. Tavsiyem müze gezmek istiyorsanız, biletinizi ya internetten yada buralardan almanız. Ayrıca buralardan alınca çeşitli avantajlarda yakalayabiliyorsunuz. Mesela biz kanal turu da yapmak istiyorduk. İkisini birlikte alınca birisi neredeyse bedavaya geldi. Ancak sonrasında internetten okuyunca gördüm ki Amsterdam Pass denilen kart varmış bundan alınca yine bazı müzelere giriş, kanal turu ve ulaşımı birlikte kullanabiliyormuşsunuz.



Biletimizi aldıktan sonra doğruca Van Gogh Museum'a gidiyoruz. Herkes bilet sırasında beklerken biz doğruca müzeye giriyoruz.Van Gogh Alive sergisine gelen eserleri görmeye çalışıyoruz ama aslında ustanın masterlarından çok azı burada. Müzede resim çekmek yasak. Kaçak yoldan çekmeye çalışıyoruz ancak yakalanıyoruz. O yüzden müzede tek resmimiz kapının önünde.

Amsterdam




İstanbul Van Gogh Alive sergisinden

















  
Amsterdam'da müze gezmek istiyorsanız işiniz çok kolay. Müzelerin çoğu birbirine çok yakın bu sayede birinden çıkıp ötekine girerek gezmeniz mümkün.


 

Van Gogh gezisini tamamladıktan sonra kanal turu için yola koyuluyoruz. Tramvay ile gederken çiçek pazarını görüp hemen atıyoruz kendimizi tramvaydan. Her birimiz bir yere dağılıyoruz. Hepsi birbirinden güzel çeşit çeşit çiçek var burada. Ama gözdeler laleler.


 
Çiçek pazarında Edam peyniri de bulmak mümkün. Çiçekçilerin karşısındaki dükkanlarda etnik kıyafetler eşliğinde peynir ekmek tattırıyorlar, yanında da pesto sos. Fesleğenlisi, baharatlısı derken neredeyse karnımızı doyuruyoruz burada. Tekrar bir araya gelmemiz epey güç olsa da sonunda buluşmayı başarıyoruz. 


Sırada kanal turu var. Kanal kanal yürüyemedik ama bari teknede tadını çıkartalım diyoruz 
bu muhteşem şehrin. 



Kanallar köprüler aşık olunacak bir şehir Amsterdam. Bu arada köprünün korkuluklarına park etmiş bisikletlere dikkat çekmek isterim.






Bunlar bot evler buradan belli olmasa da yanından geçerken içerisi çok konforlu görünüyor. Bir evde olması gereken her şey var









Klasiktir anlatılmaz yaşanır derler ya gerçekten anlamak için kısa da olsa bu şehirde yaşamak lazım.








Kanal turu tamamlayıp ayak üstü bir şeyler yedikten sonra Sex Museum'a giriyoruz. Ne desem ki porno tavan yapmış burada. Paltosunu açan sapık mı dersiniz, telefon sapığı mı dersiniz , sadoisim ne ararsanız aklınıza gelebilecek  her şey var. Burada da hızlandırılmış bir tur yapıyoruz. Buradan çıkarken dikkat ediyorum herkes gülümsüyor (müzeyi gezen herkesi kastediyorum sadece bizim grup değil tabi).

Amsterdam da bu hızlı turun ardından bu güne Volendam kısmını da sığdırmaya çalışıyoruz. Vakit dar olunca insan dibine kadar yaşamak istiyor. Ve şunu fark ediyorum günün uzunluğu ona ne kadar çok şey sığdırdığına bağlı.

Volendam'a otobüsle gidiyoruz. 30-40 dakika sürüyor yolculuk. Ara sokaklara dalmadan önce hemen bir markete dalıyoruz buradan herkes Hollanda'dan ne alacaksa tamamlamaya çalışıyor. Çeşit çeşit peynir alıyorum. Kimimiz şarap kimimiz çikolata alıyoruz. Kazım bize suşi alıyor. Marketten çıkışta bir bankın üzerinde götürüyoruz bunları.

 
 
Karnımız da doyduktan sonra kendimizi Volendam sokaklarına atıyoruz. Burası da Hollanda'nın başka güzel bir şehiri.

Kulağımıza gelene gör sadece Hollandalılar yaşıyormuş. Yabancılara konut satışı yapmıyorlarmış. 





Burayı da sokak sokak geziyoruz kendimizi sahil de bulduğumuzda ise vakit neredeyse akşam üstü. Sahilde çeşit çeşit lokanta var. Biliyoruz ki burası balığıyla ünlü bütçemize uygun bir restoran seçiyoruz. 


 







Sıra menüden ne seçeceğimize geliyor. Garsondan yardım alıp bir kaç menü alıyoruz. Süper bir balıklar geliyor yanında patates ve kola. Ve buna sadece kişi başı 12 euro ödüyoruz.

 





Buradan kalktığımızda dışarısı karanlık artık. Yine geldiğimiz gibi otobüsle dönüyoruz Amsterdam'a. Gelirken otobüste dinlendik ya yine sokaklara dalıyoruz. Bir gün önce Red Light yakınlarında bir bar görmüştük onu bulmaya çalışıyoruz ama sonuç olumsuz. Biraz dolaştıktan sonra bir grup dönelim diyor ben kalalım. Amsterdam'a gelip gece hayatını görmemek olur mu? 

 Bir yerde az dinlenelim deyip bir bara giriyoruz. Az sonra öğreniyoruz ki sahibi türk. Barın sahibi İsmet Bey Amsterdama'a gelip de denememek olur mu deyince Kazım gidip marihuanalı keklerden alıyor bize. Ama korkudan bir dilim keki 4 kişi yiyoruz. Tabi bir şey anlamıyoruz. Bardan çıkarken otobüse kadar üşümeyin diyor İsmet Bey ve Jägermeister'le tanışıyorum. Bu ne böyle insanın geçerken boğazına bir ateş bırakıyor. Ama tadı da hoşuma gitmiyor değil hani.


Otobüse doğru giderken bir kulüpten gelen müzik hoşumuza gidiyor giriyoruz içeri. İçeceklerimizi alıp biraz dans ediyoruz. Striptizci bir kız çıkıyor sonra insan bu kadar güzel mi dans eder. Biz ağzımız açık bakarken garson yanımıza geliyor içkileriniz bitti yenisini alın diyor. Biz çıkalım mı içecek yeni birşeyler alalım mı diye düşünürken bir bodyguard dikiliyor yanımıza. Bedava durmak yok dışarı diyor. İnanamıyorum yaaa klupten kovulduk. Amsterdam da başımıza gelene bak :)))

Sonunda otele dönmek üzere durağa geliyoruz vakit epey geç. Ne tesadüf ki otobüse yine bizim bir akşam önceki Marihuana saran arkadaş da biniyor. Ancak bu akşam yaptıklarını sonuna kadar izleyemiyorum. Bilmem yorgunluktan bilmem Jagermeisterin etkisi yada kekin 5 dakika geçmeden uyuya kalıyorum otobüste. Fatma uyandırdığında neredeyse otele gelmek üzeriyiz. 

Otele geliyoruz ama Amsterdam'ın bizim için  sürprizleri hala devam ediyor. Şaşırtacak çok şeyi var yani. Bu sürprizin ne olduğunu arkadaşıma söz verdiğim için burada yazamıyorum. Sadece küçük bir ipucu vereyim, koridorda ''lady lady'' diyen bir ses duyarsanız şaşırmayın.

Uçuşumuz ertesi gün öğle saatlerinde olduğu için kahvaltının ardından havalimanına gidiyoruz. Ve tadı damağımızda bir Amsterdam gezisiyle dönüyoruz İstanbul'a



2 yorum:

  1. çok harika bir yazı olmuş... sanki gitmiş gibi oldum:)

    YanıtlaSil
  2. Özellikle Amsterdam yazısına bayıldım. Ben de gezmiş gibiyim sizinle Amsterdam'ı. Bir de yurtdışı seyahatinden önce bilinmesi gereken çok önemli bilgiler edindim (10 yıllık pasaport ya da idata.com gibi). devamını bekliyorum...

    YanıtlaSil