2 Nisan 2016 Cumartesi

St. Petersburg Beyaz Geceler - 3. Bölüm - 19 Haziran


Sabah kahvaltının ardından istikamet Peterhof Sarayı. Buraya minibüslerle yada hidrofil dedikleri hızlı botlarla gidebiliyorsunuz. St. Petersburg kart almışsanız hidrofil tek yön ücretsiz dönüş indirimli.
Biz biraz St. Petersburg'un dışını merak ettiğimizden dönüşte minibüsle dönmeye karar verip ücretsiz hakkımızı gidiş için kullandık. Hidrofil tek yön 700 Ruble gidiş - dönüş alırsanız daha ekonomik. Hidrofil ile Peterhof Sarayına varmak 35-40 dakika sürüyor. Hidrofilden inişte bahçe girişi için bilet alarak bahçeye giriyorsunuz. Yine St. Petersburg kartımız olduğu için bu da ücretsiz.
Baltık denizi kıyısındaki bu saray bizim deli dediğimiz Pedro'nun yazlık sarayı. Rivayete göre Pedro, Fransa'daki Versay Sarayından esinlenerek yaptırmış.

Versay Sarayını görmedim, fotoğraflarından gördüğüm kadarıyla benziyorlar ama bence Peterhof daha güzel görünüyor.


7 park 20 saray ve köşkten oluşan Peterhof'un bahçesi de oldukça güzel. Sarayın bahçesindeki ağaçların her biri dünyanın çeşitli yerlerinden getirilmiş.  Ayrıca çeşit çeşit fıskiyeler ve fıskiyeleri süsleyen altın varaklı heykeller yer alıyor bahçede. 

Yine söylentiye göre fıskiyelerin düzeneği için elektrik kullanılmamış özel bir mekanik sistemle çalışıyorlarmış ve bunların hepsini aynı zamanda mühendis olan Pedro'nun kendisi yapmış. 


Sadece havuzlarda değil bahçedeki yolların bir kısmında da fıskiyeler var. Bunlar da  Pedro döneminden elbette. Pedro misafirlerini ıslatmak için yaptırmış bu fıskiyeleri. Rivayete göre saraya gelen misafirler gezerken bunlar aniden açılıp konuklar ıslanınca çok hoşuna gidermiş Pedro'nun. Aslında bizim deli dediğimiz kadar var yani.



Sarayın iç kısmını gezmek için yeniden sıraya girip bilet almak gerekiyor. Zaman sınırlı olunca biz sırada beklemek yerine bahçede gezmeyi tercih ettik. Gezi programında buraya yarım gün ayırmıştık oysa burası bir tam günü hak ediyormuş. Bahçenin ancak bir kısmını gezip ayrıldık. Bahçede tur yaptıran araçlar vardı aslında onlarla tura katılarak zaman kazanabilirmişiz.













Otobüs durağına varınca St. Petersburg merkezdeki Kanlı Katedral kadar görkemli duran bir yapı dikkatimizi çekiyor. Otobüse binmekten vazgeçip kiliseyi gezmeye karar veriyoruz. Peter and Paul Katedrali'ymiş. St. Petersburg şehrine adını veren azizler yani.
Burası ibadet için kullanılan bir katedral. Rusya'da daha önce fark etmediğim bir şey dikkatimi çekiyor. Bizim camilerimizde olduğu gibi buradaki katedrallerin girişlerinde de baş örtüleri yer alıyor. Ve ibadet için içeri girenler bu örtüleri kullanıyorlar.


Pushkinskaya Metro İstasyonu
Katedrali gezdikten sonra ilk gelen otobüse biniyoruz. Avtovo Metro istasyonuna kadar gidip oradan merkeze metro ile geçeceğiz. St.Petersburg'un merkezindeki gösterişli binalar şehir dışında pek yok. Daha çok komünizmin izlerini taşıyan birbirine benzer binalar var. Ama kiliseler şehir dışında da aynı gösterişe sahip. Trafikteki araçların çoğu eski model. Otobüsle Avtovo'ya gelmemiz neredeyse bir saat sürdü.
Avtovo ve Admiralteyskaya Metro istasyonu
Burası turistlerin az olduğu bir bölge olduğu için öğle yemeğini burada yiyelim dedik ama fast food dışında bir şey bulamayınca merkeze dönüp bizim otelin altındaki kafeden sandviç alıp doğruca St. Isaac Katedralinin yolunu tuttuk. Bu arada biraz St.Petersburg metrolarından bahsetmek istiyorum. Pek çoğu adeta bir müze gibi dizayn edilmiş. Metro istasyonlarından geçerken mutlaka etrafınıza bakın derim.

St. Isaac katedraline girmek için elinizde St.Petersburg kart olsa da bilete dönüştürmek için yine sıra beklemek gerekiyor maalesef. Hem de normal bilet alan ziyaretçilerle aynı sırada. Biletimizi aldıktan sonra St.Petersburg'a tepeden bakmak üzere doğruca St. Isaac'ın kubbesine tırmandık. Yanlış hatırlamıyorsam 296 basamak. Epey bir yorulduk ama St.Petersburg'a kuş bakışı bakmak için değdi doğrusu. İtiraf ediyorum şu Pedro'yu sevdim ben. Zamanında St.Peterburg'a yüksek bina yapmayı yasaklamış. Ne de iyi etmiş.
Kubbeden inip katedralin müze kısmını geziyoruz. St. Isaac St.Petersburg'un en büyük katedrali imiş. Şehrin diğer yapıtları gibi  o da oldukça ihtişamlı bir eser. Yapımı 40 yıl sürmüş, dünyanın en büyük kubbelerinden birisi olan kubbesi içinse tam 100 kilo saf altın kullanılmış.

 
Katedralin çevresi tek parça granit sütunlarla çevrilmiş. içi ise muhteşem mozaiklerle kaplı.Tavan süslemeleri, altın varaklar, kapılar ve her şeyi gölgede bırakan İsa mozaiği. Fotoğrafta her ne kadar belli olmasa da o kadar güzel ve canlı bir kırmızısı var ki sanki İsa sanki adımını atıp tablodan çıkacakmış gibi duruyor.

Katedralden çıkınca kapının önündeki limuzini dikkatimizi çekiyor. Tam aile boyu bir şey. Aile dediysem öyle çekirdek değil tabi bildiğin sülale boyu. Yaz aylarında çok düğün olurmuş St.Petersburg'da ve aileler bu araçları kullanırlarmış gelin arabası olarak.


St. Isaac Katerali'nden nehir kenarına doğru parktan geçip şehrin simgelerinden biri olan Bronz Atlı heykelini buluyoruz. 2. Katerina tarafından yaptırılan bu heykelde şahlanmış bir atın üzerinde Pedro yer alıyor. Pedro'nun havadaki eli batıya yönelişi, atının ayaklarının altındaki yılan ise düşmanları simgeliyormuş.



Bir sonraki durağımız Vasilevsky adası. Burası St.Petersburg'un en büyük adasıymış. Adada mezuniyet günü hazırlıkları sürüyor. Niyetimiz Rostral Sütunları'nı yakından görmekti ama hazırlık sebebiyle tellerin ardından görebildik. Eskiden bunlar Petersburg Limanının deniz fenerleriymiş. Otuz iki metre yüksekliğinde olan bu fenerler artık bu amaca hizmet etmiyorlar. Sütunları süsleyen gemi pruvaları eski bir Roma adetiymiş. Batırılan düşman gemilerinin sayısını gösteriyormuş.


Yolun karşı tarafında yer alan bu beyaz bina eski borsa binası imiş. Bugün denizcilik müzesi olarak kullanılıyormuş. Ama vakit geç olduğu için kapalı idi müzeyi gezme fırsatı bulamadık. Yine ilginç olabileceğini düşündüğüm Kuntskamera yani cenin müzesi de bu adada, ama saatini kaçırmış olmamızdan dolayı onu da gezemedik.


Tam biraz dinlenmek üzere denizcilik müzesinin merdivenlerine oturmuştuk ki şehir turu yapan otobüsü gördük meğerse orada da durağı varmış. Biz de Hermitage'ın oraya gidip oradaki duraktan tura katılmayı planlıyorduk. Otobüsle şehir turu iki buçuk saat kadar sürdü.  

Aslında şehri gezmeye başlarken ilk yapmamız gereken şey buymuş. Böylece gezilecek yerleri daha kolay planlayıp daha kısa zamanda daha çok yer gezebilirmişiz. Otobüsle şehir turu 600 Ruble St.Petersburg Kartla ücretsiz.


Bu akşam Rusların meşhur Beef Straganof yemeğini deneyeceğiz. Kaç gündür nerede yesek diye bakınıyorduk. Meğer mutluluğu uzaklarda arıyormuşuz.  Kaldığımız otelin sahibine sorduk karşımızda Gogol diye bir restoran varmış, biraz pahalıdır ama güzel yapar deyince biz de akşam yemeği orada yemeye karar verdik.
Mekan biraz İngiliz Publarına benziyor. İçeri girip de piyano ile canlı müzik olduğunu görünce üzerimizdeki spor kıyafetle girip giremeyeceğimizi sorduk neyse ki kıyafet zorunluluğu yokmuş.
Beef Straganof'un hikayesine gelince, Satraganof ailesi saraylarında özel bir davet veriyormuş, misafirler tahminlerinden fazla gelince bir bakmışlar etleri yetmeyecek. Ne yapsak ney yapsak derken aşçı hemen bir sos yapmış ete katıp eti çoğaltmış ve böylece meşhur beef straganof ortaya çıkmış. Yemek te bütün misafirlere yetmiş tabi.



Yemeğin ardından bu kez Beyaz Geceler Tekne turu yapmak üzere Neva kıyısına gidiyoruz. Tekneler 1'den sonra hareket edecek biletlerimizi alıp kafelerden birine oturup yarın akşam için yapılan hazırlıkları izliyoruz.



01.10'da hereket ediyor teknemiz. Sımsıkı giyinmiş olmamıza rağmen yetmiyor teknede dağıtılan polarlara da bir güzel sarınıyoruz. Tekneler yaklaştıkça köprüler açılıyor. Gördüğümüz güzellik karşısında ne havanın serinliği ne uykusuzluğumuz kalıyor aklımızda.

Biz sırayla bütün köprülerin açılışını izlerken gün de yeniden ağarmaya başlıyor. St.Petersburg gezimiz boyunca bir sürü güzel yer gördük ama gece beyaz geceleri en çok hissettiren şey tekne turu oldu. St.Petersburg'da gitmişseniz kesinlikle gece tekne turu yapmadan dönmeyin derim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder