Bugün Güneydoğu'yu fethimizin 3. günü. İnsanın görmek istediği her yerin bir gezide toplanmış olması çok güzel. Ancak mekan çok zaman dar olunca güne erken başlayıp geç bitirmek gerekiyor.
Otelde hızlı bir kahvaltının ardından ver elini Diyarbakır. Yarı uyur yarı uyanık yaklaşık 4.5 saat sürüyor Adıyaman Diyarbakır arası. Öğle saatlerinde giriyoruz Diyarbakır'a ve hemen surlara, Keçi Burcu'na çıkıyoruz. Şehir buradan muazzam görünüyor. Dicle nehrinin suladığı bereketli topraklar yemyeşil uzanıyor karşımızda. Bu Diyarbakır'a
2. gelişim aslında. İlkinde iş için gelmem sebebiyle pek gezememiştim. Bugün ise program yoğun. Yine çok yeri göremiycem yani.


Yol üzerinde Diyarbakırlı şair Ahmed Arif adına oluşturulan müzeye giriyoruz. Diyarbakır evlerinin en güzel örneklerinden biri burası. ''Beşikler Vermişim Nuh'a salıncaklar, hamaklar, Hava anan dünkü çocuk sayılır, Anadoluyum ben, tanıyormusun?'' dizeleriyle karşılıyor bizi şair. Onun hemen yanında yer alan Cahit Sıtkı Tarancı'nın doğduğu ev de yine Diyarbakır'a özgü taş evlerden ancak kapalı olduğu için burayı gezemiyoruz.
![]() |
Hasan Paşa Han |
Sırada kahvaltısıyla ünlü Hasan Paşa Han var. Vakit öğleyi geçmiş olduğu için bizde oldukça aç durumdayız. Vakit öğle ama biz kahvaltı yapacağız. Buraya gelip kahvaltı etmeden gitmek olmaz. Daha önce Nevruz yayını için Diyarbakır'a giden arkadaşlardan bolca dinlemiştim. Sofrayı görünce gözüm dönüyor.
Yandaki resim biz daha kahvaltıya başlamadan, yani bir nevi ordövr tabağı gibi düşünün. Çeşit çeşit peynir, reçeller, kızartmalar, börekler ve yöreye özgü daha bir sürü çeşit. Siz yedikçe geliyor da geliyor. Tam 40 çeşit saydım mı? Hayır ama kesin öyledir. Hele bir kavurmalı yumurta vardı ben hayatımda bu kadar lezzetlisini sanırım daha önce yemedim.

Öğle yemeği niyetine yediğimiz kahvaltının ardından araca binmek üzere otoparka gelince tatsız bir sürprizle karşılaşıyoruz. Bizim minibüs çıkarken yandaki araca çarpmış. Aslında çok bir şey yok ama yine de 20-30 dakikalık bir zaman kaybından sonra tatlıya bağlanıyor olay.
Biz otoparkta şoförümüz Mehmed'in olayı çözmesini beklerken otoparkın hemen yanındaki tarihi bina dikkatimi çekiyor. Hamam olduğunu tahmin ediyorum. Sonra yüce google'a sorunca tahminimde haklı olduğum ortaya çıkıyor. Behram Paşa Hamamı'ymış burası. 1564 yılında yaptırılmış ve Evliya Çelebi Seyehatname'sine de bahsetmiş bu hamamdan. Ona da bir ara bakarım. Bakalım ne demiş.
Batmana gitmek üzere yola koyuluyoruz yeniden. Sağlı solu petrol kuyularını görüyoruz yol boyunca. Bir Teksas değil ama insan heyecan yapıyor yine de petrol kuyularını görünce. Zaten hep merak etmişimdir, niye bütün komşularımızda çıkıyor bu petrol de biz de yok.
Batman yolu üzerinde petrol kuyuları kadar mağara evler de dikkat çekici. Ancak onları da uzaktan görüntüleyebiliyoruz. Mağara evleri görünce siz de benim gibi Batman hakkında yanılmayın. Şehir merkezi oldukça modern. Hatta şaşırtacak kadar modern. Hani nereye götürüldüğünüzü bilmeseniz ve birisi sizi şehir merkezine bıraksa, kendinizi büyükşehirlerden birisinin merkezinde zannedebilirsiniz.
Ve işte Hasankeyf. Dicle'nin kollarında karşımda. Bu büyüleyici atmosferi anlatacak kelime bulamıyorum. Bu gezide bir çok kez hissettiğim gibi yine zamanda yolculuk ediyormuşum gibi geliyor bana.
Hasankeyf'in görkemli günlerinin tanığı yıkık Artuklu Köprüsü, tarihin sessiz tanığı. Zamana meydan okumuş ancak Ilısu Barajı'nın suları altında kalacağı günü bekliyor çaresiz.
En görkemli çağını Artuklular ve Eyyübiler döneminde yaşayan Hasankeyf bu dönemin izleri ile dolu. Artuklu mimari özelliğini taşıyan Er-Rızık Cami dik kıyı üzerinde kale ile köprü arasında yer alıyor. Caminin büyük bir kısmı yıkılmış ama ayaktaki kısım bile insanda hayranlık uyandırıyor. Hasankeyf’in simgesi olan bu minare, üzerindeki kitabeye göre 1409’da Eyyubi Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Başlı başına bir anıt niteliğinde olan silindir şeklindeki minare de caminin diğer bölümleri gibi kesme taş bloktan yapılmış.
Vakit darlığı sebebiyle biz yapamadık ama vaktiniz varsa siz mutlaka yapın. Malabadi Köprüsüne gidin , Ulu Camiyi ve diğer camileri gezin, inin aşağıya yıkık köprüye dokunun, Diclenin kıyısında gün batırın, şaput balığı yiyin.
Haaa hepsinden önemlisi vakit ayırın gidin görün bu masal yeri. Sizin vaktiniz olduğunda burası artık sular altında olabilir çünkü.

Buranın sular altında kalacağı düşüncesiyle
için buruk ayrılıyoruz buradan. Dillerin ve dinlerin buluşma noktası Midyat'a geldiğimizde vakit akşam üzeri artık.
Hayran hayran dar sokaklardan geçerek taş evlerden birisine giriyoruz. Geniş bir avluya açılan ev diğer evler gibi sarı kalker taşından yapılmış. Balkonu, merdiven korkulukları nakış nakış işlenmiş.
Sırada yarım saat serbest zaman var Midyatı gezmek için. Ancak grubun çoğu kadın olunca Mardin'e kadar bekleyemeden hepimiz buradan alıyoruz telkari işi takıları. Yarım saatin sonunda aynı sokakta buluyorum kendimi.

Buluşma noktasına geldiğimde bakıyorum ki
Alpaslan ve Yücel ciğer yiyorlar kendime sözüm var en son Likya gezisinden grup ne yaparsa yaparım diye. Çünkü gezi boyunca sadece gün doğumu izlemeye gitmedim ve gezinin en aklıda kalır olayı o sabah oldu. O aklıma geliyor ve hemen bende istiyorum. İyiki de istemişim gezi boyunca yediğim en lezzetli kebaptı diyebilirim.
Güneydoğu gezimizin 3. günü otelde havuz başında güzel Esracımın sesinden fasıl ile sonlanıyor. Yarın gezimizin son günü ve sırada Mardin var.
Baharcığım bu kadar mı güzel anlatılır, sayende bilgilerimi tazelemiş, hatta geziyi tekrar yaşamış oldum. Harikasın:))
YanıtlaSilEsracığın.