Herşeyi anlatmaya kalkınca biraz uzun oldu galiba. O yüzden bir de kısa versiyonunu yazdım ;) Bundaki detaylar onda yok.
Bir süredir hayallerimi süslüyordu Amsterdam'a gitmek. Hatta 2012 yılına girerken yapılacaklar listesine eklenmişti ilk sıradan. Nisan sonu Almanya'da yaşayan kuzenimi ziyarete gidecektim neden bir taşla iki kuş yakalamıyordum. Perşembe günü Amsterdam'a geçer 2 gün de orada kalır oradan dönerdim Türkiye'ye.

Ben bunları düşünürken İngilizce Geyik Grubu'ndan arkadaşımız Serkan'ın doğum gününde kafalar güzel, biz kafalardan daha güzel gecenin sonunda el falı bakıyor Kazım bize, aaa görünmez mi Amsterdam yolu :)
İngilizce Geyik Grubu ne mi? Bir gurup yabancı dil sever arkadaşla bir araya gelip, haftada bir her tür konuda ingilizce sohbet ettiğimiz bir facebook grubudur kendileri. Sohbet ederken de yeni yerler, yeni dostlar, yeni fikirler, yeni lezzetler keşfediyoruz. Grupta herkes birbirinden kurtlu, ne yapsak, nereye gitsek, ne yesek, nasıl daha çok gezsek planları yapıyoruz. Ara ara gözümüz fırsat sitelerine takılıyor alsak mı gitsek mi diye.
10 Şubat günlerden Cuma Mürsel arıyor - ''Bahar Amsterdam'a fırsat var gruppalden alalım mı?'' diyor.
Acaba mı diyorum? Tamam ufak tefek fırsatlar aldım ama bu bir tatil, üstelik yol uçak rehberlik 399 TL biraz şüphe var içimde. O sırada Mürsel ve Fatma'dan haber geliyor aldım ben diye. Eee artık ben durur muyum deneyip görelim diyoruz ve alıyorum. Kazım, Gülden derken olduk mu 5 kişi. Bu sırada şirket uyanıyor hemen fiyatı 499 TL'ye çıkartıyor fırsatı da 30 Marta kadar kullanmalısınız diyor. Peki olur diyoruz. Ardından bir organizasyon ve 30 Marta hemen rezervasyonlarımızı yaptırıyoruz. Çünkü bahara ne kadar yakın olursak hava o kadar sıcak olacak.
Bundan sonra sıra vize işlemlerine geliyor. İçimizde en hızlı Fatma. Yabancı bir şirkette çalıştığı için Almanya'dan hemen alıyor vizesini. Biz biraz ağırdan alıyoruz aslında İTO'dan yardım bekliyoruz yıllık vize almak istiyoruz ya bize yol gösterecekler. Bugün yarın bakıyoruz tarih yaklaşıyor tırnağın varsa başını kaşı deyip koyuluyoruz işlemlere. Arıyorum Hollanda Elçiliğini 29 Marta veriyor randevuyu. Ne diyorum olmaz.. 30 Martta uçuşum var benim. Peki diyor elçilik görevlisi IDATA'dan randevu alın o zaman www.idata.com.tr. Hemen haber veriyorum bizim ekibe. Kazım Mürsel ben birlikte vereceğiz evrakları. Başvuru günü ilk Kazım varıyor IDATA'ya ardından ben. Ben o kadar eminim ki kendimden veriyorum evrakları her şey tamam. O da ne görevli '' pasaportunuz 10 yıldan eski shengen alamazsınız pasaportunuzu yenilemeniz lazım'' diyor. Eyvah eyvah pabuçlarım tutuşuyor. Tam da hafta sonu Kıbrıs'a gidecektim bu pasaport nasıl yetişir? Kıbrıs biletini mi iptal etsem?
Ne Mürsel'i ne Kazım'ı görmüyor gözüm bu noktadan sonra. Rüzgar gibi oradan çıkıp postaneye gidiyorum pasaport için randevu alacağım ya, e-devlet şifresi almam lazım.. Önümde üç kişi bekliyoruz memur işlem yapmıyor '' niye ki '' diyorum... - Sistemde sorun var diyor. Bugün benim test günüm mü? Sabır seviyem ölçülüyor da haberim mi yok.
Tamam madem burada işimizi halledemiyoruz o zaman emniyete gidip gerekli evrakları öğrenelim bari. Yakın olması sebebiyle hemen Tarlabaşı Emniyete gidiyorum. Bir evrak listesi tutuşturuyor elime randevu alın diyor görevli memur. Birde fotoğrafınız biyometrik olmalı diye hatırlatıyor. Vize için fotoğraf çektirirken en az 6 tane çıkartıyorlar ya hemen gösteriyorum olmaz diyor memur, pasaportun biyometrik ölçüleri farklı. Gerçekten bugün bana bir test yapılıyor ve benim haberim yok.
Taksimdeyim bir fotoğrafçı bulmam lazım ve bir şekilde emniyetten yarına randevu almam lazım. Aklıma Tülay geliyor "O da doktora gitmek için çıkmıştı". Hemen ben şirket dışındayken kurtaran kadınım Özgül aklıma geliyor arıyorum. Arka arakaya telefon görüşmelerimiz sonunda ertesi sabah 11.00 için Başakşehir'den randevu alıyor. Şansım döndü mü ne? Fotoğrafçı da buldum...
Ve ertesi gün... Sabah Medya Mahallesi hazırlığını yaparken emniyet işlerine bakan muhabir arkadaşımızla karşılaşıyorum. Yaa pasaport yenilemem lazım var mı bir tandık diyorum. Gerçek olamaz var diyor hemen arıyor. Telefon numarasını yazıp elime veriyor. Ve ben tam 11:00'de oradayım arıyorum numarayı emniyet müdürü - Ben Başakşehir'de değilim diyor karşıdaki ses Bahçeşehir'deyim. Ha s.. tir derken ben içimden karşıdaki ses - Oradan isim veriyor size yardımcı olacaklar diyor. Yine çiçekler açıyor yüzümde. Hemen onu buluyorum sağ olsun ilgileniyor. Madem acil ben akşamı bekletmem imzalarım hemen diyor. Ama 6 günü bulurmuş yine de gelmesi. Olsun diyorum içimden daha vakit var nasıl olsa. O sırda benim de sıram geliyor teşekkür edip çıkıyorum alt kata evraklarımı teslim ederken pasaport cüzdan bedeli olarak 65 TL ödüyorum. Eski pasaportumda hala 2 yıl süre olduğu uçun buna para ödemem gerekmiyor onu yeni pasaportuma ekleyecekler. Ve ayrılıyorum emniyetten. Günlerden çarşamba.
Perşembe günü mesaj geliyor telefonuma evraklarınız işleme konuldu diye. Tamam p.tesi bilemedin salı elimde pasaport diye rahatlıyorum. Zaten bende Kıbrıs'tan salı akşam döneceğim ya, çarşamba hemen gider veririm evrakları diye düşünüyorum. İnanılmaz ama gerçek Cuma öğleden önce geliyor pasaportum. Ama benim evraklarım evde acaba gidip alsam mı? Yok yok bu hafta zaten çok izin istedim kredimi bitirmeyeyim diyorum... Napalım biraz heyecan lazım dimi. Yine vize için Kıbrıs dönüşü başvuracağız artık.
Çarşamba yine izin alıyorum şirketten gidip vize için başvuruyorum. Birde dilekçe ekliyorum "bu yıl leyleği havada gördüm sanırım çok gezeceğim bana uzun süreli ve multi çıkışlı vize verin emi diyorum :)"..Mr. konsolos da e demiş olmalı ki bir hafta sonra 6 aylık çıkışlı vizem geliyor. Bir ohhh dedikten sonra artık hayallere geçiyorum. Haa bu arada IDATA'da bu işleme karşılık onlarda benden 201 TL rica ediyor. Burada bir not eklemek istiyorum. Shengen için vize başvurusu yaparken en az 6 ay geçerli pasaportunuz olması gerekiyor. Ayrıca bu basaportunuzda 10 yıldan eski olmamalı.
Rehberimiz Fatma olacak. Yıl başında yaptığı Londra programını hepimiz takdir etmiştik. Araştırıyor süper bir program çıkartıyor bize. Daha Amsterdam'a gitmeden otobüs bileti ne kadar, tren ne kadar, hop on hop off hepsini biliyoruz. Daha doğrusu Fatma biliyor, bizde ona güveniyoruz.
Ve büyük gün... 30 Mart sırayla dökülüyoruz Atatürk Havalimanına. Çıkış harçlarımızı alıp check in işlemlerine başlıyoruz. Nasıl yani? Kontuardaki kız Fatma'ya hayır siz uçamazsınız diyor. Bu bir kabus olmalı. Hayır diyor görevli hanfendi vizeniz Almanya'dan siz ilk girişi Hollanda'ya yapamazsınız sizi kapıdan döndürürler bize de ceza gelir ben sizi uçuramam diye diyor. Rehber konuşuyor, biz ikna etmeye çalışıyoruz nuh diyor peygamber demiyor görevli arkadaşımız. Siz biraz bekleyin diyor tur rehberimiz Fatma'ya. Hep beraber bekliyoruz bir süre, ardından Fatmaya bol şans dileyip bir şeyler yemek için geçiyoruz biz. Kredi kartı kullanmanın nimetinden yararlanacağız kredi kartının longue'una geçiyoruz ama aklımız da Fatma'da. Ve Fatma arıyor Mürsel'i size iyi eğlenceler ben gelemiyorum kısmet değilmiş diyor... Mürsel ve ben yıkılıyoruz. Bu arada tüh keşke elindeki çıktıları alsaydık hiç araştırmadık ne yapacağız biz şimdi diye de düşünmeden edemiyoruz. Tekrar arıyorum ''Fatmayı lütfen gerçek değil şaka de' diyorum. ŞAKAAA diyor. Havaya zıplıyoruz sevinçten... Aklınızda bulunsun o zaman bu uygulama yeni olduğu için kabul ettiler ama şimdi kesinlikle kabul etmiyorlar. Aman dikkat tatiliniz başlarken zehir olmasın. İlk nereye giriş yapacaksanız vizenizi o ülkeden alın.
3.5 saat mi yoksa 4 müydü şimdi hatırlayamadım ama her neyse uçak yolculuğunun ardından iniyoruz Schipol Havalimanına. Ama bir heyecanda burada var bizim için yaşanacak Fatma geçecek mi? Sıranın en başına onu alıyoruz görevli ile kısa bir konuşma yapıyor evet hadi derken geçiyor. Bizde bir ohhhh diyoruz artık.
Dışarı çıkar çıkmaz Amsterdam da nelerle karşılaşacağımızı hemen tahmin ediyoruz. Otobüs şoförümüz açmış çatalını sonuna kadar bavulları yerleştiriyor :))))
![]() |
Amsterdam'da ilk dakikalarımız şehri keşfe gidiyoruz |
![]() |
Bisikletlilere dikkat |
Dam Square'i görüp Red Light'a geçiyoruz. İnsanın inanası gelmiyor vitrinde dikkat çekmeye çalışın kadınlar. Erotik hareketler göz süzmeler. Hayat kadını denice nedense filmlerde gördüğüm şişman şişman aşırı makyajlı kadınlar kalmış aklımda. Allah inandırsın bunların çoğunun hem yüzü hem de vücudu güzel. Bunlar bildiğin gayet hoş kadınlar. Bu arada bu sokakta resim çekmek yasakmış bende rehberimizin yalancısıyım ama doğrusu makineyi çıkartmaya da cesaret edemedik hiç birimiz. Sokakta normal turist gibi gezen görevliler varmış hiç bir şey demeden makineyi kaptığı gibi kanala atıyormuş. Yani Red Light'la ilgili görsel alamıyorsunuz. Sanıyorum insanlarda merak uyandırmak için iyi bir yöntem düşünsenize internette fotoğraf bulamadığınız için gidene kadar hiç bir imaj olmuyor insanın kafasında. Dönünce de Red Light'tan sadece hafızanızda anılar getiriyorsunuz.
Bu sokak hakkında bir kaç ipucu. Vitrinlerin kimi kırmızı, kimi mavi. Tahmin edileceği gibi kırmızlar kadın, maviler erkek. Erkek dediysem kadın- erkek yani travesti. Bu arada bu sokakta erotik oyunlar sergileyen bir takım tiyatrolar da var. Bunlardan birisine girmek isterseniz giriş 35 euro. Bizim rehberimiz Casa Rosso'yı tavsiye etti. İçimizden Mürsel tiyatroya girmek istediyse de yanına arkadaş bulamayınca, oda vazgeçmek zorunda kaldı.
Bu arada şimdi aklıma geldi Dam Square'dan Red Light'a doğru giderken sokakta sarmal şekilde ne olduğunu anlamadığımız şeyler görmüştük. Ne acaba diye düşünürken rehberimiz yetişiyor imdadımıza. Onlar pisuvar diyor. Hayretle bakıp çok ilginç bir şehir bu Amsterdam diye bir kez daha düşünüyorum.
Dam Square, Red Light Distric derken saatin 12 olduğunu ve hala akşam yemeği yemediğimizi hatırlıyoruz. Kendimize yemek yiyeceğimiz bir yer bulmaya çalışıyoruz ne yesek ne yesek derken kendimizi bir Steak House da buluyoruz kişi başı 10 euro ödüyoruz. Benim gibi kanlı et yemekten hoşlanmıyorsanız iyi pişmiş diye hatırlatmanızı öneriyorum.
Eğer yemek için 10 Euro pahalı diyorsanız, ayaküstü 2.30 - 3.0 euroya değişik soslar eşliğinde kızarmış patates yemeniz de mümkün. Bu da gayet lezzetli bir öğün olabilir. Yemekten sonra otele dönmeye karar veriyoruz, ertesi gün için zinde olmak lazım yapacak çok şey var yoğun bir program bizi bekliyor.
Saat 12'yi geçtiği için tren seferleri sona ermiş otele otobüsle döneceğiz. Otobüs duraklarıda yine aynı meydanda. Otelimizin yakınından geçen otobüsü buluyoruz aldığımız Pass kartları otobüste de kullanabiliyoruz. Bu arada Kazım ''şoföre sordunuz mu geçiyor mu bizim oradan'' derken, ''ne soracaktınız'' diyor şoför türkçe. Şaşırıyoruz. Aslında şaşırmamamız lazım, çünkü burada çok türk yaşıyor. Biz otobüse binerken bizimle birlikte otobüse ayakta durmakta zorlanan bir de kız biniyor. Biz kız için telaşlanıyoruz ama herkes gayet normal karşılıyor. Kız ara ara sızıyor. Ya durağı kaçırırsa diyoruz, sorun değil en son noktada hala inmemişse şoför en yakın polis karakoluna bırakır diyorlar. Bir kez daha şaşırıyoruz.
Bu arada Güldenin yanına artık Amsterdam'da yaşayan bir Alman genç oturuyor. Hemen sohbete başlıyoruz. Laf arasında Red Light Distric hakkında fikrini soruyoruz. Çok normal diyor hatta orada çalışanların bir çoğunun öğrenci olduğunu, ek gelir olarak çalıştıklarını söylüyor, tabi ki biz yine şaşırıyoruz.
Hahaha daha bitmedi, şaşıracak çok şey var Amsterdam'da. Otobüs yolculuğumuz sürerken burnumuza tuhaf bir koku geliyor. Bildiğin lağım gibi kokuyor. Kokuyu şehir merkezini gezerken önünden geçtiğimiz barlardan tanıyoruz, Marihuana yani. Burada, bu da gayet normal adam önce ayıkladı sonra öğütür gibi bir makinadan geçirdi, sonra eledi ve sigarasını sarıp kaldırdı. Biz ise hayretle izledik.

![]() |
Amsterdam |
![]() |
İstanbul Van Gogh Alive sergisinden |
Biletimizi aldıktan sonra doğruca Van Gogh Museum'a gidiyoruz. Herkes bilet sırasında beklerken biz doğruca müzeye giriyoruz.Van Gogh Alive sergisine gelen eserlerin orjinalini görmeye çalışıyoruz ancak ustanın masterlarından çok azı burada. Müzede resim çekmek yasak kaçak yoldan çekmeye çalışıyoruz ancak yakalanıyoruz. O yüzden müzede tek resmimiz kapının önünde.
Mürsel ve Gülden müzenin hediyelik kısmında kendini kaybederken Fatma ve ben istikrar örneği gösterip müzeden hiç bir şey almadan çıkmayı başarabiliyoruz.
Amsterdam'da müze gezmek istiyorsanız işiniz çok kolay. Müzelerin çoğu birbirine çok yakın bu sayede birinden çıkıp ötekine girerek gezmeniz mümkün.

Van Gogh gezisini tamamladıktan sonra kanal turu için yola koyuluyoruz. Tramvay ile gederken çiçek pazarını görüp hemen atıyoruz kendimizi tramvaydan. Her birimiz bir yere dağılıyoruz. Hepsi birbirinden güzel çeşit çeşit çiçek var burada. Ama gözdeler laleler.

Çiçek pazarında Edam peyniri de bulmak mümkün. Çiçekçilerin karşısındaki dükkanlarda etnik kıyafetler eşliğinde peynir ekmek tattırıyorlar yanında da pesto sos. Fesleğenlisi, baharatlısı derken neredeyse karnımızı doyuruyoruz burada. Tekrar bir araya gelmemiz epey güç olsa da sonunda buluşmayı başarıyoruz.
Sırada kanal turu var. Kanal kanal yürüyemedik ama bari teknede tadını çıkartalım diyoruz
bu muhteşem şehrin.

Kanallar köprüler aşık olunacak bir şehir Amsterdam. Bu arada köprünün korkuluklarına park etmiş bisikletlere dikkat çekmek isterim.
Klasiktir anlatılmaz yaşanır derler ya gerçekten anlamak için kısa da olsa bu şehirde yaşamak lazımmış.
Kanal turu tamamlayıp ayak üstü bir şeyler yedikten sonra Sex Museum'a giriyoruz. Ne desem ki, porno tavan yapmış burada. Paltosunu açan sapık mı dersiniz, telefon sapığı mı dersiniz , sadoisim ne ararsanız aklınıza gelebilecek her şey var. Burada da hızlandırılmış bir tur yapıyoruz. Buradan çıkarken dikkat ediyorum herkes gülümsüyor (müzeyi gezen herkesi kastediyorum sadece bizim grup değil tabi).
Amsterdam da bu hızlı turun ardından bu güne Volendam kısmını da sığdırmaya çalışıyoruz. Vakit dar olunca insan dibine kadar yaşamak istiyor. Ve şunu fark ediyorum günün uzunluğu ona ne kadar çok şey sığdırdığına bağlı.
Volendam'a otobüsle gidiyoruz. 30-40 dakika sürüyor yolculuk. Ara sokaklara dalmadan önce hemen bir markete dalıyoruz buradan herkes Hollanda'dan ne alacaksa tamamlamaya çalışıyor. Çeşit çeşit peynir alıyorum. Kimimiz şarap kimimiz çikolata alıyoruz. Kazım (ailemizin babası) suşi alıyor. Marketten çıkışta bir bankın üzerinde götürüyoruz bunları.

Karnımız da doyduktan sonra kendimizi Volendam sokaklarına atıyoruz. Burası da Hollanda'nın başka güzel bir şehir.
Kulağımıza gelene göre burada sadece Hollandalılar yaşıyormuş. Yabancılara konut satışı yapmıyorlarmış.
Burayı da sokak sokak geziyoruz kendimizi sahil de bulduğumuzda ise vakit neredeyse akşam üstü. Sahilde çeşit çeşit lokanta var. Biliyoruz ki burası balığıyla ünlü ve hemen bütçemize uygun bir restoran seçiyoruz.

Sıra menüden ne seçeceğimize geliyor. Garsondan yardım alıp bir kaç menü alıyoruz. Süper bir balık menü geliyor yanında patates ve kola. Ve buna sadece kişi başı 12 euro ödüyoruz.
Buradan kalktığımızda dışarısı karanlık artık. Yine geldiğimiz gibi otobüsle dönüyoruz Amsterdam'a. Gelirken otobüste dinlendik ya yine sokaklara dalıyoruz. Bir gün önce Red Light yakınlarında bir bar görmüştük onu bulmaya çalışıyoruz ama sonuç olumsuz. Biraz dolaştıktan sonra bir grup dönelim diyor ben kalalım. Amsterdam'a gelip gece hayatını görmemek olur mu?


Otobüse doğru giderken bir kulüpten gelen müzik hoşumuza gidiyor giriyoruz içeri. İçeceklerimizi alıp biraz dans ediyoruz. Striptizci bir kız çıkıyor sonra. İnsan bu kadar güzel mi dans eder. Biz ağzımız açık bakarken garson yanımıza geliyor içkileriniz bitti yeni alın diyor. Biz ne içelim çıkalım mı yoksa diye düşünürken bir bodyguard dikiliyor yanımıza.. Bedava durmak yok dışarı diyor. İnanamıyorum yaaa klupten kovulduk. Amsterdam da başımıza gelene bak :)))
Sonunda otele dönmek üzere durağa geliyoruz vakit epey geç. Otobüse yine bizim bir akşam önceki Marihuana saran arkadaş da biniyor. Ancak bu akşam yaptıklarını sonuna kadar izleyemiyorum. Bilmem yorgunluktan bilmem Jagermeisterin etkisi yada kekin,
5 dakika geçmeden uyuya kalıyorum otobüste. Fatma uyandırdığında neredeyse otele gelmek üzeriyiz.
Otele geliyoruz ama Amsterdam'ın bizim için sürprizleri hala devam ediyor. Şaşırtacak çok şeyi var yani. Bu sürprizin ne olduğunu arkadaşıma söz verdiğim için burada anlatamıyorum. Sadece küçük bir ipucu vereyim, koridorda ''lady lady'' diyen bir ses duyarsanız şaşırmayın.
Uçuşumuz ertesi gün öğle saatlerinde olduğu için kahvaltının ardından havalimanına gidiyoruz. Ve tadı damağımızda bir Amsterdam gezisiyle dönüyoruz İstanbul'a.
Duygularnı çok samimi ifade etmişsin. Ellerine sağlık..
YanıtlaSil