22 Mart 2016 Salı

ST.PETERSBURG BEYAZ GECELER - 1.Bölüm - 17 Haziran 2015


Sabahın ilk saatlerinde çarların çariçelerin şehri St.Petersburg'dayız. Gök yüzü pırıl pırıl güneşli. Pedro'nun şehrini doya doya gezmek ve beyaz gecelere şahitlik etmek için özellikle yılın en uzun günlerinin yaşandığı dönemde ziyaret etmek istedik St.Petersburgu. Bu mevsimde buraların çok kalabalık olacağını tahmin ettiğimiz için taa aylar öncesinde ayırttık yerlerimizi. Oteli booking.com adresinden biraz konumuna birazda fiyatına bakarak almıştık. 

Amulet Otel Admiralteskaya metro istasyonuna 30 saniye yürüme mesafesinde müzelerin tam göbeği diye tabir edebileceğim bir konumda 7 odası olan küçük bir otel. Bir binanın 1. katında, kapıyı aşağıdan çalarak içeri giriyorsunuz. Çok küçük de olsa  asansörü bile var. Personel oldukça güleryüzlü ve yardımsever , üstelik ingilizce de biliyorlar ki bu Rusya için çok önemli. Erken geldiğimiz için odamız henüz hazır değil o yüzden eşyalarımızı bavul odasına bırakıp hemen kendimizi St.Petersburg'un sokaklarına atıyoruzNiyetimiz bugün hiç bir müzeye girmeden şehri keşfetmek.

Otelimize iki dakika yürüme mesafesindeki Saray Meydanı'ndan başlıyoruz keşfe. Buraya Dvortsavaya da deniyor. Meydanda bir takım hazırlıklar var. Sonradan öğreniyoruz ki okulların mezuniyet günü içinmiş. O gün özel kutlamalar olurmuş şehirde. 

Tarihi önceden belirlenmediği için seyahat planı yaparken denk gelip gelemeyeceğimizi bilmiyorduk ama bu yıl tam da bizim son gecemizde denk geliyormuş süper yani. 

Meydanın tam ortasında Alexander Column denilen sütun yer alıyor. Rus Ordusu'nun Napolyon Ordular'nı yenme şerefine zaferin 20. yılında koyulmuş bu sütun buraya. Finlandiya'dan deniz yolu ile getirilen sütunun dikilmesi için tam 3000 işçi çalışmış. 47.5 metre ve 660 ton ağırlığındaki bu sütun dünyanın en büyük tek parça granit sütunu imiş. Bir başka özelliği ise yere sabitlenmeyip bir takım matematiksel hesaplarla kendi ağırlığı ile burada duruyor olmasıymış. 

Yine 1764 yılında Katerina tarafından oluşturulan dünyanın en büyük ve en eski müzelerinden bir olan Hermitage ve Kışlık Saray'ı da bu meydanda yer alıyor. Meydanda seyyar satıcılara yakalanabilirsiniz, dikkat fiyat sordunuz mu satana kadar  bırakmıyorlar. Yine meydanda Çar ve Çariçe kıyafetleri giymiş turistlere para karşılığı fotoğraf çektirenleri görüyoruz. Bunların hepsi rus mu bilemiyorum ama bir ara siyahi bir çar gördüm. Doğrusu kıyafetler çok yakışmıştı.



Müzenin yanından Neva Nehrine giderken sol tarafta donanma binasını görüyoruz. Burayı ziyarete etmek yasakmış. Onun hemen arkasından St. Isac Katedrali'nin kubbesi ilişiyor gözümüze. St. Petersburg'da yol üzerindeki büfelerde çay kahve de satıyorlar. Kendimize bu büfelerden birinden çay ve atıştırmalık bir şeyler alıp Neva'nın kıyısına varıyoruz.


Karşımızda Peter and Poul Kalesi St. Petersburg'un ilk temellerinin atıldığı ada yer alıyor. Sol tarafa bakınca Rostral Sütunları'nı görüyoruz. Neva'nın üzerinde her biri birbirinden farklı köprüler yer alıyor. Elimizde çaylarımız Neva'nın kıyısında oturup bir süre şehri seyre dalıyoruz. Hava güneşli ama sert bir rüzgar var biraz üşütüyor.

Neva Nehri'nde sonra buranın en ünlü caddesi olan Nevsky boyunca yürümeye devam ediyoruz. St.Petersburg Venedik gibi kanallar arasına, adalar üzerine kurulmuş bir şehir. İlk bakışta bana sanki Avrupa'da bir şehirdeymişim hissi uyandırdı. Biraz Almanya, biraz Hollanda biraz da İtalya'da gibi hissediyor insan. 

St.Petersburg sadece 300 yıllık geçmişe sahip bir şehir. Bizim ''Deli'' dünyanın ise ''Büyük'' dediği Pedro çarlığı bir süreliğine bırakmış ve kimliğini gizleyerek Avrupa'ya gitmiş. Çeşitli şehirlerde dolaşıp çeşitli işlerde çalışmış. Venediği gördükten sonra Rusya'ya geri dönmüş ve 1703 yılında Neva bataklığı üzerine kazıklar çaktırarak St.Petersburg şehrinin temellerini attırmış. 42 adacıktan oluşan St.Petersburg'a bu yüzden ''Kuzey'in Venedik'i'' deniyormuş.
 
Çarlık Rusyası'nın başkenti olan şehir tarih boyunca Rusya'nın batıya açılan kapısı olmuş. O dönemde Petersburg veya Pedrograd denilen şehir, Lenin'in ölümünden sonra Leningrad adını almış. Sovyetler birliği dağıldıktan sonra halk oylaması yapılmış ve şehrin adı yeniden Petersburg'a çevrilmiş. St.Petersburg bugün Unesco'nun dünya mirası listesinde yer alıyor.

St.Petersburg dümdüz bir şehir o yüzden de yürürken yormuyor insanı. Nevsky Caddesi boyunca çeşitli mağazalar, oteller, restoranlar, kafeler yer alıyor. Binaların hepsi sanki birer sanat eseri gibi. Kazan Katedrali, Dökülen Kan Kilisesi, Dom Kinigi, Gostiny Dvor Alışveriş Merkezi, tiyatroların bir kısmı hep bu cadde üzerinde. 

 
Öğle yemeği için kendimize Dökülen Kan Kilisesi'nin sokağında bir mekan seçtik. Borsch çorbası ve ızgara balık yedim. Bana hem lezzetli hem de ekonomik geldi. Toplam 500 Ruble yani 25 TL. ödedim. Bir de üzerine aynı sokaktaki seyyar dondurmacıdan cevizli dondurma ki ben bu kadar güzelini henüz yemedim. Yolunuz düşerde giderseniz hala aynı sokaktaysa bunu mutlaka denemenizi tavsiye ederim. 

Yemeğin ardından otelimize dönüp odamıza yerleştik. Bütün geceyi ayakta geçirmiş olduğumuz için nasıl olsa burada gün uzun sürüyor diye bir iki saat uyuyup dinlendik. Kendimizi yeniden sokağa attığımızda saat 22:00 olmuştu ama ortalık hala aydınlık. Mesela bu fotoğraf çekildiğinde saat gece 11'i geçmiş durumda inanabiliyor musunuz? Karanlıkta gezmeyi sevmeyen biri olarak tam bana göre yani.
 

Bizimle aynı tarihte St. Petersburg'da bulunan arkadaşımız Serpil'le akşam yemeği için buluşuyoruz. Fikran suşi yemek istediği için otelimizden aldığımız tavsiye üzerine 
две палочки adlı restorana gidiyoruz.Servis biraz ağır ama suşiler hoşumuza gitti. 



Yemekten gece 1 gibi çıktığımızda ortalık kararmıştı. Bu mevsimde burada gecenin en karanlık anı sadece 1-2 saat sürüyor. Biz Serpil'e oteline kadar eşlik edip tekrar kendi otelimize yürüyerek dönmeye kalkınca gün yeniden ağarmaya başladı. Ama sokaklarda bizim gibi hala insanlar vardı.


1 yorum: