1 Mart 2014 Cumartesi

MEDİNE 26-29 Ocak 2014


Kalbim gümbür gümbür. Sanki uzun süredir görmediğim sevgiliyle buluşmaya gidiyor gibiyim. Gerçi haksızda sayılmam hani, çünkü bu kez yolculuk kutsal topraklara, alemlerin sevgilisine, oradan da Kabeye. Ben heyecanlıyım ama esas annemin heyecanını anlatmaya kelimeler yetmiyor.

Uçuşumuz gece yarısından sonra ama bu sıradan bir yolculuk olmadığı için daha 9 olmadan havalimanındayız. Oradaki kalabalıkla buluşunca heyecanım daha da büyüyor. 



İstanbul'dan Medine'ye Saudi Airlines ile uçuyoruz. Bunca yolculuk yaptım ilk kez bu kadar büyük bir uçakla uçuyorum. Üstelik iki katlı. Trenin iki katlı olanı ile Almanya'da yolculuk yapmıştım ama iki katlı uçakla ilk yolculuğum.




Uçuş hazırlığı yaparken hoparlörden türkçe yapılan ''misafir kemerini tak, tilefon kapali lazım'' anonsunu duyunca gülümsemekten kendimi alamazken ardından uçuş öncesi yapılan dua şaşırtıyor beni. 

İstanbul'dan Medine'ye uçuşumuz tam 3 saat sürüyor. Suudi Arabistan ile aramızda bir saat fark var onlar bizden bir saat daha ileriler. Yerel saat ile 4.30'da iniyoruz Arabistan'a.

Medine Havalimanı'nda çok sıkı bir güvenlik denetimi var. Pasaport kontrolünden geçtikten sonra valizinizi alıp dışarı çıkana kadar 3 noktada daha güvenlik kontrolünden geçiyorsunuz. Haa bu arada söylemeden geçemiyeceğim bagaj alım tam bir facia. Sadece tek küçük bir bant var bu bandın da bir tarafı duvar. O yüzden de bavulumuza ulaşmamız saatler sürüyor. Hani Umre zamanı böyle ise Hac dönemini hayal bile etmek istemiyorum.

 
Sabahın ilk ışıklarıyla varıyoruz otelimize. Hızlı bir kahvaltının ardından peygamberimiz
Hz. Muhammed'in mescidi olan Mescidi Nebevi'ye gidiyoruz doğruca. Peygamberimizin kabrine, Ravza-i Mutahhara'ya varıp dışarıdan salavatlarla selamlayıp ardından selam yollayanların selamlarını iletiyorum.




Mescidi Nebevi ilk inşasında basit yapılıymış. Hurma kütüklerinden sütunları, hurma dallarından çatısı varmış. Bugün peygamberimizin mezarı olan kısım ise o zamanlar eviymiş. Mescidin ne minberi, ne de mihrabı varmış. O yüzden de peygamberimiz cuma konuşmalarını bir hurma kütüğü üzerinde yaparmış.


Ravz-i Mutahhara yani peygamberimizin kabiri mescidin erkekler bölümünde. O yüzden kadınlar günün belli saatlerinde  sabah 9-11 öğle 13-15 ve akşam 21-23 arası ziyaret edebiliyor. Biz bugün sabah giriş saatini kaçırdığımız için biraz dinlenmek üzere otelimize dönüyoruz. Otelimizle mescit arası yürüyerek sadece 5-6 dakika sürüyor. Hatta odamızın camından çok az da olsa Ravzanın yeşil kubbesini görebiliyorum.


KENDİNİZE BİR BULUŞMA NOKTASI BELİRLEYİN

Normal hayatta yaşamın içine sıkıştırdığımız ibadet burada sanki hayatın amacı gibi. Öğle namazını kılmak üzere tekrar Mescid-i Nebevi'ye geliyoruz. O kadar kalabalık ki kendimize zar zor yer buluyoruz. Hatta çıkışta kalabalıktan arkadaşlarla birbirimizi kaybediyoruz. Bir tavsiye, bu gibi durumlar için kendinize bir buluşma noktası belirleyin.



Akşam bizi hurma bahçesine götürüyorlar.
Medine'ye gelip de hurma almamak olmaz elbet. Hem dönüşte eş dost bizden hurma bekler. Çeşit çeşit hurma var burada. İçlerinde en pahalısı Acve Hurma. Bunun çekirdeğini peygamberimizin ektiği ve şifa olduğu rivayet ediliyor kilosu 70 Riyal yani 38-39 TL gibi. Ama 18 Riyale de hurma bulmak mümkün ben orta karar bir şey alıyorum o bile 200 TL tutuyor. Burada diyanetin kargo hizmeti de var. Kilo başına 7 Riyal ödüyorsunuz Medine'den alıp evinize kadar getiriyorlar. Kargoya da 43 TL verince hurmanın maliyeti 243 TL oluyor.



Aslında hurma pazarı da varmış ama daha önce gelenler buradaki hurmayı orada bulamazsınız diyor. Bana sorarsanız hepsini buradan almayın. Çünkü biz daha sonra çikolatalı, fıstıklı, bademli çeşit çeşit hurma bulduk fakat hurma kotamızı doldurmuş olduğumuzdan sadece tadımlık alabildik. Üstelik fiyatları da bahçedekilere yakındı. Yola çıkmadan önce okuduğum kitapların birinde pazardan alacaksanız mutlaka pazarlık edin diyordu. Pazardan alırsanız pazarlık etmeyi unutmayın derim.

RAVZA'YA GİRMEK SABIR İSTİYOR

Medine'de ikinci gün, sabah namazı için Mescidi Nebeviye gidiyoruz. Sabah saatlerinde hava biraz serin oluyor. Ama mescit hep kalabalık. Namazın ardından Peygamberimizin kabrini ziyaret emek istiyoruz bunu için 9'u yani kadınların ziyaret  saatini beklememiz gerekiyor. 

 

İzdiham olamaması için ülke ülke ayırıp öyle alıyorlar içeriye. Bugün bizim şanslı günümüz ilk Türkiye'yi alacaklarmış. Görevlilerin o kadar ikazına uyarısına rağmen kapı açılır açılmaz akın ediyor herkes. Rehber bırakalım karma grup önce girsin diye bizi mescidin içinde biraz daha bekletiyor. Ama sıra bize geldiğinde itiş kakış yine bitmiyor. Kendi adıma peygamberimizin huzurunda o itiş kakışın içinde bulunmaktan utanıyorum.




Peygamberimiz hayatta iken ''benim evim ile minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir'' demiş. Mescidin bu kısmı zaten yeşil halılar ile ayrılmış. Herkes bu noktaya ulaşıp burada namaz kılmak istiyor. O izdiham içerisinde mümkün olursa tabi. Biz şanslıyız tam minberin karşısına gelen noktada kendimize bir yer bulabildik. Yani cennette namaz kıldım dersem yalan olmaz.


UHUD BİZİ SEVER  BİZ DE UHUD'U
 
Öğleden sonra Uhud Savaşı'nın geçtiği bölgeye geliyoruz. Şu ana kadar benim için tarih kitaplarında bir konu olan Uhud capcanlı gözümün önünde duruyor. Okçular tepesinde dinliyoruz Uhud Savaşının hikayesini.

 

Bedir’de bozguna uğrayan müşrikler, intikam almak üzere çıkmışlar bu savaşa. Uhud Savaşı’nda peygamberimiz, Abdullah b. Cubeyr komutasında bir okçu birliğini, stratejik önemi bulunan bir boğazın yamacına yerleştirmiş ve onları sıkı sıkı tembihlemiş. “Bizim onları yendiğimizi görseniz bile yerinizden ayrılmayın! Yenildiğimizi görseniz dahi bize yardıma koşmayın!” Buna rağmen, müşriklerin bozguna uğradığını gören okçuların birçoğu “Ganimet! Ganimet!” diye bağırarak meydana inmeye başlamışlar. Abdullah b. Cubeyr, onlara Peygamber’in emrini hatırlatmışsa ama dinlememişler. Arkadan dolanan düşman süvari birliğince etrafı sarılan sahabe, iki taraftan da sıkıştırılarak yenilgiye uğramış. 

    

Okçuların, ganimet sevdası, kazanılmış bir zaferin kaçırılmasına, yetmiş sahabenin şehit olmasına sebep olmuş. Üstelik Peygamberimiz bu savaşta yaralanmış, dişi kırılmış. Bütün bu acı hatıralara rağmen Hz. Muhammed “Uhud bizi sever, biz de Uhud’u” dermiş.


Burası kıblenin Mescid-i Aksa'dan Kabe'ye çevrildiği sırada peygamberimizin namaz kıldırdığı Mescid-i Kıbleteyn . İslam’ın ilk yıllarında namazlar, Kudüs'e yani Mescid-i Aksa’ya doğru kılınıyormuş. Peygamberimiz Kıble’nin Kâbe olmasını arzuluyor bu konuda Allah’tan gelecek emri bekliyormuş.
Hicretten yaklaşık 18 ay kadar sonra
Berat Kandilinde Hz. Muhammed, Seleme oğulları mahallesinde öğle veya ikindi namazının farzını kıldırırken, ikinci rekatın sonunda kıble olarak Kabe'ye dönmesi yönünde ayet inmiş. 


Bunun üzerine Peygamberimiz, namazı bozmadan hemen Kâbe istikametine dönmüş. Kudüs’e doğru başlanan namazın son iki rekatı Kâbe’ye dönülerek tamamlanmış. İşte sebeple bu mescide iki kıbleli anlamına gelen Mescid-i Kıbleteyn denmiş.

 
Mescid-i Kıbleteyn'den sonra 7 Mescitler'e geliyoruz. Burası da Hendek Savaşının yapıldığı alan. Savaşın ardından buraya birbirine yakın 7 küçük mescit yapılmış. Ancak bugün burada 7 küçük mescidin yerine yapılmış büyük bir cami görüyoruz ama yine de adına 7 Mescitler deniyor.



KUBA MESCİDİ'NDE CUMARTESİ NAMAZ KILMAK UMRE SEVABINA DENK  

 
Kuba Mescidi Medine'de müslümanların yaptığı ilk mescit olması bakımından önem taşıyor. Ayrıca Hz. Muhammed ve sahabeler bu mescidin inşasında bizzat çalışmışlar. Peygamberimiz Kuba Mescidinde Cumartesi günü namaz kılmak Umre sevabına denktir demiş. Kendisi Pazartesi günleri ziyaret eder Cumartesi günleri de burada namaz kılarmış.


Biz Cumartesi gününden önce Medine'den ayrılacağımız için bu şansı kaçırıyoruz. Bu arada hani başta bademli çikolatalı hurmalardan bahsetmiştim ya işte onları bu caminin yan tarafındaki dükkanlardan alabilirsiniz.

Medine'de bugün son durağımız Bilal Habeş anısına yapılan Bilal-i Habeş Camisi. Burada bir kaç fotoğraf çektikten sonra rehberimiz bizi alışveriş için mahalle arasında bir dükkana götürüyor. Buradan kimimiz çay kimimiz karabiber alıyoruz.
Akşam yemekten sonra yine annemle Ravzayı ziyaret etmek istiyoruz belki bu kez sakin yakalarız diye. Ama ne mümkün gece geç saatler kadar beklememize rağmen sakin bir anı yakalayamıyoruz.


Medinede 3. günümüze yağmur ile uyanıyoruz. Yağmur buralar için şaşırtıcı bir şey. Çok yağmur olmadığı için altyapı da yok tabi. Yağan yağmurla birlikte sokaklar su gölüne dönüyor. Bizim programımızda bugün Uhud Savaşında yaralanan peygamberimizi gizleyen Uhud Mağarasını ziyaret var. Kahvaltının ardından yağmur biraz azalınca düşüyoruz yola.



BİR BAŞKASI ANLATSA İNANMAZDIM MAĞARA BİLDİĞİN GÜL KOKUYOR

  Yağmur var ama hava soğuk değil bizdeki yaz yağmuruna benziyor. Otelden Uhud mağarasının olduğu bölgeye gelmemiz otobüsle 15- 20 dakika sürüyor. Biz tam mağaraya tırmanmaya başlayacakken gruptan daha önce Umre'ye gelmiş olanlardan biri şurada küçük bir mağara daha var Peygamberimiz dağa tırmanmadan önce burada biraz dinlenmiş onada bakın diyor. Burası aynı anda iki kişinin zor girebileceği bir mağara. Kendim gelip görmesem birisi anlatsa muhtemelen inanmazdım ama mağara bildiğin gül kokuyor. insanın inanası gelmiyor. Bu neki siz yukarıdaki mağaraya çıkın esas diyor az önce burayı ziyaret etmemizi tavsiye eden arkadaş. 

 






Yağmur başlamış olmasına rağmen yukardaki mağarayı da görmek için tırmanıyoruz tepeye. O da ne mağaranın girişini adam boyu betonla örmüşler. Gerçekten çok şaşırtıcı. Söylenen sebep hacılar buraya tırmanırken düşüyormuş ama asıl sebep araplar Hz. Muhammedin bu kadar ön plana çıkartılmasından hoşlanmıyorlarmış meğer. Buraya kadar gelmiş olmamıza rağmen gözümüz yemiyor düz duvara tırmanmayı. Ama aramızdan bir kaç kişi tırmanıyor ve mest olarak geri çıkıyorlar mağaradan. Biz içeriye girememiş olmanın hüznünü yaşarken aniden aşağıdaki mağaranın kokusuna benzer bir koku geliyor burnumuza. Dedim ya kendim buralara gelmesem bunu bana birisi anlatsa muhtemelen inanmazdım. 




Öğleden sonra medya müzesine giderken yol üzerinde İstanbul'dan kutsal topraklara gelen hicaz demir yolunun Medine durağını görüyoruz. Osmanlı döneminde yapılan ve günümüze kadar gelen nadir yapılardan birisi burası. Osmanlı islamiyetten dolayı çok önem vermiş bu topraklara fakat yapılanların yok denecek kadar azı ayakta bugün. 



Burası da Medya Müzesi, adının medya müzesi oluşuna girişteki kameralara bakmayın, aslında islamiyetin ilk yılları
Hz. Muhammed ve hayatının anlatıldığı bir müze. Adına Medya Müzesi demişler çünkü daha önce de söylemiştim ya, yönetim
Hz. Muhammedin bu kadar ön plana çıkartılmasını istemiyormuş.



Suudi Arabistan'da kadınların mezarlık ziyaretleri yasak. O yüzden Cennet'ül Baki Mezarlığını ancak parmaklıkların arkasından görüntüleyebiliyoruz. Medine'de ölen herkes bu mezarlığa gömülüyormuş. Peygamberimiz Hz. Muhammed, bu mezarlığa gömülen bütün müslümanlara şefaat edeceğini ve onların cennete gireceğini söylemiş. 

Burada peygamberimizin çocukları eşleri ve bir çok sahabenin mezarı yer alıyor. Osmanlı döneminde bazı mezarlara türbe yapılmış ama Suudi yönetimi bugün o türbeleri de dümdüz etmiş. Burada mezarların yerini sadece taşlarla belli ediyorlar. Yanlış hatırlamıyorsam ölen kadında ise ayak ucu ve baş ucuna, erkekse  sadece baş ucuna taş konuyormuş. Bu kadar insan buraya nasıl sığıyor derseniz
5 yıl sonra aynı mezarlığa yeni bir cenaze gömülüyormuş.

Burada olduğum süre boyunca gördüklerim yaşadıklarım beni gerçekten çok şaşırtıyor. Daha önce anlatmıştım ya Uhud Mağarasının girişini betonla örmüşler. Düşünsenize kendiliğinden gül kokan bir mağara. 1400 yıl önceden günümüze dek gelmiş bir mucize. Sanıyorum Avrupa'da bir yerde olsa mağaranın girişini örmek yerine oraya çıkışı kolaylaştırmak için teleferikler, yollar yaparlardı. Peygamberimizin sahabelerin yaşadıkları evleri mescitleri yıkıp yerine yenilerini yapmak yerine orijinal halini ayakta tutmak için ne gerekiyorsa yaparlardı. Suudi yönetimine söyleyecek söz bulamıyorum doğrusu. 

Medine'de son gecemiz yarın Mekke'ye, Kabe'ye yoluluk.

1 yorum:

  1. Thank you very much. That's really touching and profound.

    YanıtlaSil