28 Kasım 2014 Cuma

TANZANYA - OLDUVAİ / NOGORONGORO




En Güzel Kahvaltı Çadır Kamplarda

Katikati kampta güzel bir kahvaltı ile başlıyoruz güne . Burası bir çadır kamp ama oteli aratmıyor doğrusu. Rehberimiz Ali Türkler peynir sever deyince bizim için peynir bile almışlar . Peynir pahalı bir şeymiş meğer burada. Kahvaltının ardından diğer kamplardaki arkadaşlar da gelince vakitlice koyuluyoruz yolla.

Dün gece biz kampta sakin sakin uyurken Hüseyin Abilerin kaldığı kamptakiler ava şahitlik etmişler meğer. Tabi gece kimse dışarıya çıkıp ne oluyor diye bakmaya cesaret edememiş ama sabah sırtlanları bulmuşlar avın başında. Bugün önce Olduvai Vadisi'ne gidip Homo Habilis'in yani bilinen ilk insanların izini süreceğiz. Ardından da Nogorongoro Kraterine inip safari ye devam edeceğiz. Sabah ilk olarak dün bıraktığımız noktada zürafaları buluyoruz yine.
Güne erken başlayınca düzlükte daha çok hayvan görüyoruz hepsi karnını doyurmanın peşinde. Ara ara Kenya'dan gelip Nogorongoro Kraterine doğru yol alan sürülere rastlıyoruz yol boyunca. Sakin Sakin otlarken liderin bir işaretiyle hızla koşmaya başlıyor bütün sürü.


Serengeti Milli  Parkı'na yaya olarak girmek yasak olduğu için sadece safari yapanları görüyoruz parkta. Ama parktan çıkar çıkmaz hemen kapının önünde Masaileri buluyoruz yeniden. Zaten uzunca bir süre de sadece vahşi hayvanlar ve Mesailerle karşılaşıyoruz yol boyunca.


Atalarımızın İzini Sürüyoruz
Öğle saatlerini buluyor Olduvai George'a varmamız. Dünya üzerinde insanlığın ilk izlerinin rastlandığı yer olması bakımından antropologlar için çok önemli bir yermiş burası. Şu ana kadar ulaşılan bilgilere göre yaşam burada başlamış dünya üzerinde. Önce Afrika'ya ardından da tüm dünyaya yayılmış. Doğrusu karşımdaki manzara çok etkileyici sanki bilim kurgu filmlerinden kalma bir mekan gibi. 


Bundan milyonlarca yıl önce yaşam nasıldı buralarda acaba? Neye benzediklerini müzedeki eserlerden gözümde canlandırmaya çalışıyorum biraz. Sanırım o dönemde yaşayan bir insan olmak istemezdim. Ama zamanda yolculuk mümkün olsa, o dönemde insanlar nasıl yaşıyordu buralar nasıl yerlerdi, ne tür hayvanlar vardı, yaşamak için ne gibi mücadeleler vermek zorunda kalıyorlardı, gidip bir bakıp dönmek isterdim doğrusu. 



Buradaki müze oldukça küçük ama sergilenen eserler insanlık tarihi için çok önemli. Mesela 1.8 milyon yıllıkmış bir insana ait olan bu kafatası. 





Bu da 3.5 milyon yıl önce yaşamış üç insana ayak izleri. Sanki üç kişilik bir aileye aitmiş gibi. Yanardağ patlaması sonrası üzerini kaplayan küllerle taşlaşmış. Olduvai'de şu ana kadar yapılan   kazılarda bol miktarda hayvan ve insan fosili bulunmuş. 



Müzeyi gezdikten sonra kazı bölgesine inip o dönemin izlerini yakından gözlemledikten sonra Ayak İzleri'nin geleneksel bayramlaşmasını da burada yaptırıyor bize Hüseyin Abi. Bir de efkar dağıtıyoruz üzerine ooofffff ooofffff.



Nogorongoro UNESCO Dünya Mirası Listesinde Yer Alıyor
Olduvai'nin ardından safari yapmak üzere kratere doğru yola koyuluyoruz. Kratere kıvrıla kıvrıla virajlı bir yoldan iniyoruz. Serengeti gibi Nogorongoro da Masailerin kullandığı maa dilinden geliyormuş. Krater anlamına gelen gorongo derlermiş buraya. Krateri de kapsayan Nogorongoro Koruma Alanı, UNESCO Dünya Mirası Listesinde ve koruma altındaymış.





Bu bölge Doğu Afrika'da yaşayan pek çok hayvan türüne ev sahipliği yapıyormuş. Jeff Afrika'nın beş büyüklerini burada tamamlayabileceğimizi söylüyor. Krater zengin volkanik yatağıyla hayvanlar için ideal bir yaşam alanı oluşturuyormuş. Ancak vadiden ileriye geçiş olmaması salgın bir hastalık durumunda hayvanların telef olmasına sebep oluyormuş.



Kratere iner inmez kalabalık bir sırtlan sürüsüne rastlıyoruz. Ne oluyor bir av sahnesine mi şahit olacağız derken araçlara doğru gelmeye başlıyorlar biz heyecanla olacakları beklerken önümüzden geçip yolun karşı tarafına gidip su içiyorlar sadece. 


Nihayet bir gergedan. Oldukça uzakta, öylece kımıldamadan duruyor. Beş dakikadan fazla bekliyoruz ama bırak yaklaşmayı yerinden bile kımıldamıyor. Sanki canlı değilmişçesine hareketsiz bekliyor olduğu yerde. 


Ve su aygırlarıyla dolu bir göl. İki gün önce iki tanesini görebilmek için epey çaba sarf etmiştik oysa. Koca gölde hiç yer kalmamış gibi birbirlerine sokulmuş duruyorlar. Uzaktan bakınca kımıldamıyorlarsa kaya parçası gibi görünüyor su aygırları.

Böyle De Yatılmaz Ki!
Biraz daha gidince bir fil görüyoruz uzakta. Afrikanın beş büyüğünü tamamlamak üzereyiz yani. File doğru giderken yolun diğer tarafında duran ciplere doğru gidince düzlükteki kuru otlara kamufle olmuş uyuyan erkek aslanları görüyoruz. Bu aslanlar uyurken bütün karizmalarını yitiriyorlar bence.

Tamam özünde bir kedisin de Allah aşkına bir krala yakışıyor mu bu şekilde uyumak? Daha önce de Edinburgh'da bu şekilde görüntülemiştim bu aslanları. Soldaki fotoğraf Edinburgh, sağdaki Tanzanya.


Şimşek'in söylediğine göre gün içinde neredeyse yirmi saat uyuyormuş erkek aslanlar. Bu durumda aslında günün dört saati kral, geri kalanında bildiğin kedi yani bu aslanlar. O kadar gürültü yapmamıza rağmen maalesef uyandıramıyoruz.



Aslanları uykudan uyandıramayınca fili görüntülemek üzere yeniden yolun diğer tarafına gidiyoruz. Fil bütün heybetiyle devirdiği ağacın dallarını yiyor olduğu yerde. Jeff bu filin yaşlı bir fil olduğunu söylüyor. Yaşlı filler genellikle sürüden ayrılır ve yola yakın yerlerde beslenirlermiş. Ayrıca dişinin kırık olması da yaşlılığının başka bir kanıtıymış.


Afrikanın Beş Büyüğünü Neredeyse Tamamladık
Bugün gördüğümüz gergadan, aslan ve fille birlikte dün gördüğümüz çitayı da leopar yerine sayarsak Afrika'nın beş büyüğünü tamamlamış oluyoruz. Kraterden yine döne döne çıkıyoruz. İnişte olduğu gibi çıkışta da inanılmaz bir bitki örtüsü var. Ağaçlardan yer yer gök yüzü görünmüyor. Sanki yağmur ormanlarında yolculuk eder gibiyiz. 
Bugün Karatu Bölgesi'nde iki ayrı otelde konaklayacağız. Yol boyunca yine artık görmeye alıştığımız tozlu yollardan ve yoksulluğun içinden geçerek geliyoruz otelimiz Country Lodge'a. Geçtiğimiz yerleri görünce otelle ilgili beklentimi o kadar aşağı çekmiştim ki kapıdan girince gördüğüm manzara karşısında tabir yerindeyse dona kaldım. Burası yeşillikler içinde çok şirin bir otel. Bahçenin ortasında bir havuz var, odalarımız ise yine cibinlikli yataklarıyla tertemiz.

Akşam yemeği de yine çok lezzetli. Menü kabak çorbası, balık yada domuz ızgara seçenekli yanında da pancar, patates ve börülce. Tatlı ise elmalı turtaya benzer bir şeydi ama benim damak zevkime pek uymadı. Bu arada bugün Hüseyin Abi'nin eşi Serpil Abla'nın doğum günü için rehberimiz Nezihe'nin organize ettiği sürpriz ise çok hoştu.

 

Yemeğin ardından hepimizin yorgun ve havanın serin olmasına rağmen battaniyelere sarınıp havuz başında oturmayı da ihmal etmedik elbet. İnsan ömründe kaç kez gelir Tanzanya'ya, hazır dolunayı da bulmuşken tadını çıkartalım dedik.

Yarın Arusha'da son safari günümüz. Ardından Kilimanjero'ya oradan da Zanzibar Adasına geçeceğiz.  

1 yorum:

  1. Şahane... :)

    Özellikle, Çitayı Leopar olarak satmaya çalışman takdire şayan ;))

    Nefis akıcı bir yazı yine.. Devamını bekliyoruz..

    Selamlar...


    YanıtlaSil